28 Eylül 2009 Pazartesi

Korkularım...


Başımdaki ağrı mı, içimdeki acı mı daha baskındı bilmiyorum... Uyandım, dün geceden uykusuzdum, neydiği belirsiz insanları evimde misafir edemeyecek kadar gözüm dönmüştü. Saçma sapan şeylerle uğraşamayacak kadar çökmüştü ruh halim, daha ne kadar çökebilirdi ki... Yıllar önce haykırışımı, titreyen el ve bacaklarımı hatırlamıştım o anda. İçimdeki ses uyutmasa da yatakta kalmaya ikna etti beni. Uyudum, uyandım, o bilmiyordu, uyudum sanıyordu. Herkesin bana dair bilmedikleri gibi bir şeydi bu da.

Bir insanı kaybetmekten öyle çok korktum ki... Ona sarılıp gözyaşları içinde haykırırken onun benim için ne kadar değerli olduğunu iliklerime kadar hissediyordum. Ağlamak istememiştim; ama elimde değildi, akmaya ve akıtmaya başlamışlardı. " Seni kaybedeceğim diye çok korktum " diyip sımsıkı sarılmıştım... Herkes kendine göre haklıydı biraz; ama hiç kimse kimseyi anlayamazdı kendisi kadar.

Korkularım başkalaştı, ürkek ve hassas oldum. Gece yarılarının korkusuz kızı gitti sanki, yerine gündüzlerden, en ufak bir sesten ürken ve sıçrayan bir kız geldi...

Her şeye rağmen gözlerim dolsa da şuanda, sevgili dostumun yüreğinde hala aynı olduğumu bilmek az da olsa huzur verdi bana... Değişen hiç bir şey yok, tükenen benden başka, yüreğim hala nerede ve nasıl olursam olayım onunla... Bu satırları yayınladıktan sonra blog yazdım diyeceğim, hemen ardından okuyacak biliyorum, zaten ağlamaklı olan gözlerine bir kaç damla daha yaş düşecek. Ama sen ağlama, bütün bunlar geçecek ve onca acının arasında bakî kalan bir şey olduğunu biz de göreceğiz. Sadece her zaman, her ne olursa olsun hayatımda var olmanı istiyorum...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Başlığı da bilemedim...

Bir bayram daha geçti gitti... Kabir ziyaretleri, eskisi kadar anlam taşımayan büyüklerin ellerini öpmek ve ziyaret etmekle... Artık bana para vermek yerine benden bekliyorlardı, nasıl tuhaf geldi bir bilseniz. Yok yaw ben daha küçüğüm diyesim geldi; ama galiba sandığım kadar küçük değildim:) Hala çatapatlar bazı semtlerde varmış, dayımlara giderken çocukların birinin bastığı çatapatın yanıma fırlamasıyla farkettim. Bunlar bizim oraya uğramayalı yıllar oldu da... Zaten tadı yok şimdiki bayramların. Bayram namazları heyecanla gelişini beklediğimiz büyüklerimiz, babalarımız,abilerimiz ve onlarla hep birlikte kahvaltı sofrasına oturmak da yok. Ne kalmış ki geriye....

Bugünlerde içim fazlaca acıyor... Üzgünüm çok üzgünüm. Bir yanım ileriye dönük hayaller kurarken, diğer yanım öylece susup kalıyor. Artık eskisi gibi değilim, sarsılıyorum ve ben galiba kendim olmak istiyorum...

Kardeşimin kardeşleri ve belki de hepimiz kardeşiz. Şimdi kendime bakıyorum da değişen onca şey arasında belki de değişmeyen tek şey; hala eskisi gibi karmaşık yazılar yazıyorum. Belki yarın olduğunda ben burda ne demek istemiştim diyebileceğim kadar karışık. Bu kadar çabuk kazanılır mıydı kardeşlik, bilemedim. Sorgulamak istedim; ama bunu da adam gibi yapamadım. Sorgulamaktan yorulurum diye korktum. İyice korkak bi şey oldum kaldım. Dün gece banyodan gelen anlamsız sesten bile korkmuştum. Oysa sandığım kadar da yalnız değildim, babam uyumak ve uyumamak arasındaki o ince çizgideydi. Ruhumun yalnızlığı hayatıma da yansımış olacak ki hemen her şeye ürküyorum artık... Tanrım bana neler oluyor diye bir çığlık atsam duyulur mu acaba sesim... Bilemedim...

Papatya falları hep ayrılık der ya, bakalım benim kendi kendime baktığım kahve falım bana neler söyleyecek. (bu satırları yazarken sevgili ledoritayla yıllar önceki bir falla başlayan ve saçmalayan diyaloglarım aklıma geldi:) Eğer bu satırları okuyorsa şuanda tebessüm edecek biliyorum ve dans eden insan toplulukları canlanacak gözünde) Kocaman bir ay çıkmış, ama tertemiz. Karşılıklı iki insan duruyor. Bir gemi var, yük gemisi gibi. Acaba bu benim taşıdığım yük, sorumluluklar olabilir mi, onu da bilemedim. Zikzaklarla dolu sıkıntılı iki yolum var, şaşırmadım. Onca şekil arasında gözüme en çok çarpan küçücük bi şeydi. Bir yuvarlak bir çok kısmı aydınlanmış ve azıcık bir kısmı sıkıntıda kalmış bir yuvarlak... Biri birinin üstünde hakimiyet kurmuş, vuruyor, kırıyor, hırpalıyor, diğeri ise öyle ezilmiş ki... Yeter bu kadar sıkıntı bastı içime...

Geçmiş olsa da nice uzun bayramlara, sağlıkla...

8 Eylül 2009 Salı

Günüm aydın olsa....

Belki ilk bakışta tuhaf gelecek, bir masa... Yağan sağnak yağmura rağmen ayakta kalmış bir masa. Evet eksilmiş, artık sandalyeleri yok ama kendi olmak için yapmış bunu. Yağmura bırakıvermiş diğer parçalarını... Çok üzgün evet, ama artık kendisi tam!
Ne zamandır günüm aydınlanmıyor gibi... Elvis Presley - Only you... Belki biraz içimi aydınlatır düşüncesiyle sabah sabah onu dinlemeye başladım... Ama ne fayda...

Dünden beri nasıl bir yağmurdur, tsunami denebilir miydi acaba? İstanbul'un bir çok semti bir çok zorluklarla karşılaşmış, dünden beri radyoda son dakika haberleri... Facia oldu bu şehirde, çok ürkücüydü her şey... Yağmur içimi daha çok karartır benim, ama fazlası. Yürünebilecek kadar olanını severim... Ötesiyle pek yıldızım barışmaz...

Uzun zaman öncelere gittim, aslında geçen akşamdan kalma... 1 yıl sonra bir düğün olsa ve ben o düğüne davet edilsem, söylediğim gibi tabiki gider miydim... Bilemedim k... Giderdim; ben de çok mutluysam, ben de hayatıma dair ciddi adımlar attıysam ama aksi olursa galiba yapamazdım. Bu soruları ilk kez sormanın tuhaflığı vardı üzerimde, içimi acıtmadı; ama tuhaf olmadım diyemem, " nasıl ya " dedim, bir de acaba o zamanların sebebi "o" muydu dedim, evet beni sadece bu üzdü, sebep olan o muydu... Her neyse...

Ahh market sen nelere kadirsin diyemedim; çünkü göremedim:) Bu da uzun zaman önceden kalma, aynı yerde solunan havadan bi haber...

Yine uzun zaman önceydi... Neden bugün hep eskilerden bahsettim bilmiyorum. İlk kez ona hak verdim... O zamanlar bir vedanın sebebi olamaz gibi gelmişti. " Eksildim, ben tam olmak istiyorum " sözleriydi duyduğum. Böyle bir sebep olamaz diye isyan edesim gelmişti, daha gençliğin en başındaydım; ama kabul edilemez gelmişti bana. Oysa şimdi bunun nasıl büyük bir sebep olduğunu anlıyorum. İnsan gerçekten eksilince, yarım kalınca sadece tam olmak istiyormuş. Ne olursa olsun tam olayım diyormuş, sevdiğimi kaybetsem bile kendim olarak kalayım diyebiliyormuş. Şimdi ise sadece korkuyorum, bu duyguyu barındırdığım için, eksildiğim için sadece korkuyorum...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Sessizlik ve Ölümsüzlük


Ne istediğimi biliyorum; ama isteğime nasıl kavuşacağımı bilmiyorum. Belki onu da biliyorum da işime gelmiyor. Artık eskisi kadar güçlü değilim çünkü. Mücadele edemiyorum. Hele kavga, tartışma, ses iyice yıpratıyor beni. Kendimle savaşıyorum adeta.

Geçenlerde kendime verdiğim sözü yine çiğnedim bugün. Belki söz değildi; ama bir daha tekrarlanacak olursa ...... diye başladığım sözcüklerdi, yine tutamadım. Beni bu kadar aciz kılan sevdama haykırmak, isyan etmek istiyorum durmaksızın bağırmak... Ben bu değildim, değilim, olmuyor küçük kız, sana yakışmıyor...

Bir şeyler ararken bir fotoğraf çıktı karşıma, ölümsüzlükle bir bağlantısı varmış gibi anlatılmış. Sanki ölen bir insan portresi bir ağaçta yaşatılmış. Düşünmesi bile tuhaf, evet kulağa ürkütücü de geliyor. Hee bu arada bu sadece benim yorumum... Görüşler kabul edilebilir, itinayla tartışılabilir, lakin lütfen kısık sesle ve küçük harflerle, kafam ses çekmiyor da....