15 Aralık 2010 Çarşamba

Değişken Tavırlar

Tam istediğim budur dediğim anda. İnsanların değişken tavırları ister istemez beni de değiştiriyor. Ve artık eskisi gibi sakin ve anlayışlı olduğumu da düşünmüyorum, ki olmam için bir sebep de yok zaten...

Hayatımda değiştiremediğim şeylerden o kadar sıkıldım ki. Değiştirebilecek gücü kendimde bulamamamdan ise daha çok sıkıldım...

Yıllar önce mutsuzluklar ve yalnızlıklarla geride bıraktığım dayım bile yıllar sonra mutluluğu yakalamış ve evlilik hazırlığına girmiş. Güzel ama bir o kadar hüzün verici şeyler... Ve ben o zamanlar da bir ... için ağlıyordum, şimdi de...

7 Aralık 2010 Salı

Yol

" Güvendiğin insanla bir yola çıkacaksın " böyle bir söz var mı bilmiyorum, ama ben bu sözle yazmaya başlayacağım...

Seni yarı yolda bırakmayacak yola çıktığın insan.

Senin geldiğin yollara takılıp kalmayacak, seninle çıktığı yola, önüne bakacak...

Senin ayağın takılsa tutacak seni, sen yorulsan sırtına alıp taşıyacak kadar güçlü olacak...

Ne istediğini bilen, sizi yarı yolda bırakmayacak insanlarla bir yola çıkmalı. Yoksa mümkünse izne çıktığınız bu tarihleri de yola çıkmadan geçirin! Yoksa çok daha fazla acı veriyor, yoksa haksızlığı kabullenemiyorsunuz...

Yine tek başıma bir yolda, bir sona bakıyormuşum meğer... Ama ben 10 günlük yolla fazla ümitlenmişim, fazla hayaller kurmuşum, bir de o kurduğum hayallerden gerçekler yaratmışım... Meğer ben neymişim, neler yaparmışım...

26 Kasım 2010 Cuma

Bir Diyalog

Ruh halimin fazlasıyla değiştiği, anlık kararlar verdiğim bugünlerde yaşadığım gel - gitleri de kaldıramaz oldum artık...

Dün aslında kötü olan onca şeyin arasında bana iyi gelen bir şeyler vardı. En son ne zaman orada olduğumu hatırlarken meğer nasıl da hasret kaldığımı anladım...

Şimdi ağlamaklıyım, yeteri kadar hissizleşmemişim meğer. Üzgünüm.

Bir diyalog;

Y: Aynen devam yani. Ben de ..... firmasında çalışıyorum. Epey zaman oldu görüşmeyeli... Sizinkiler nasıllar?

X: Evet aynen devam. Annem seni özlemiş, hep soruyor:)

Y: Yoğun koşturmaca çalışıyorum işte. Ben de özledim .... teyzeyi. 2 yıl kadar oldu haberleşmeyeli. Ufaklık nasıl, gerçi büyümüştür ama, asıl ..... nasıl?

Bu satırları yazarken tarifsiz duygular sardı her yanımı, biraz yürek sızlaması, biraz, biraz işte...

25 Kasım 2010 Perşembe

Umut...

Nedenli ya da nedensiz, anlamlı ya da anlamsız bu aralar daha bir başka hissediyorum kendimi. Tarifsiz, sebepsiz... Ama bu hissizliği hissetmek de güzel... En basiti; on gün sonra dün akşam tek bir gözyaşını yağmura vermiş olmam az da olsa törpülendiğimi gösteriyor herhalde...

Yüreğimdeki bir umudu kaybederken yeni bir umuda doğru gülümsediğimi hissettim...

Bugün bir kez daha anladım ki; umut etmek de güzel...

18 Kasım 2010 Perşembe

Bugün Bayram...

Nee bugün bayram diye bağırasım, ne de erken kalktığım olmadı benim. Bayramlar eski coşkusunu kaybedeli çok oldu. Bunu en yoğun yaşayanlardan biri ben olmalıyım, doyasıya yaşadığım çocukluğumdaki bayramlardan sonra bir hayli coşkusuz buluyorum artık bayramları. El öpmeleri, bayram ziyaretlerini hayatımdan çıkarmayı düşünmüyorum, ama bu sene daha iyi anladım ki artık bir arabam olmalı ki kalabalık sülalemin tüm kesimlerine ulaşabileyim...

Bu bayramda kırıldım, üzüldüm, gülümsedim, gezdim, uzun zamandır bir araya gelemediğim insanlarla görüşme şansım oldu.

Karşılıklı yataklarde birbirine yorgun, uykusuz bakan gözlerle uyumayalı bir hayli zaman olmuş olacak ki, son derece iyi geldi bana. Uykuya 3 saat kala:)

9 Kasım 2010 Salı

Bir Hayli Karışık

- Geçen hafta en son yazdığım satırlar bugün bir hayli aklımı karıştırmış olacak ki, bir an önce oradan uzaklaşmak istedim. Nerede yeterince mutlu olduğumu kestiremiyorum galiba artık. Nitekim yarın sabah itibariyle bitkisel çözüm ortaklarım sayesinde biraz daha toparlanacağımı ümid ediyorum...

- Kendimi yalnız, mutsuz ve daha az düşünürken bulduğum bu akşam bir an önce laptopumla vedalaşıp, uzun, pembe ve güzel bir aşka dair ufak bir yolculuğa çıkmak adına, yeni bir kitap okumaya başlayacağım.

- Bloğumun daha renkli hale gelmesi konusunda bugünlerde son derece istekliyim.

- Galiba Melek kartlarına kulak verme zamanı geldi de geçiyor, nasıldı; " Cesaret, yargılarından kurtul, sen bilgesin, inançlarının peşinden koş " gibi sözler... Doğruydu, çok doğru...

- Dün akşam sevgili arkadaşımın bloğunda; her biri birer sanat eseri olan pastaları gördükten sonra, pasta, kek, kurabiye ve eskiden kalma farklı kahveler yapmayı arzuladığım bir dükkan açma isteğim daha da arttı. En stressiz ve hatta yorgunluğu yok edip, insana huzur veren iş bu olsa gerek. Hobi olarak değil, bu benim mesleğim olsa mı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım...

4 Kasım 2010 Perşembe

Terapi...

Yaklaşık 1 saat sonra hastaneye gidecek insan kişisi olarak mutlu olmak kulağa saçma bir duygu gibi gelse de bana iyi geleceğini bildiğim bu terapiye dahil olacağım için mutluyum...

Bana iyi gelen bir kaç şeyin ne olduğunu düşündüğümde; içlerinde 65 yaşlarında, göçmen, iç hastalıkları profesörü bir hocamın, onun deyişimle koçumun olacağını hiç düşünmemiştim. Nedense kötü olduğum halde beni iyi görsün istiyorum:) Bilmiyorum ama hastanede geçirdiğim o zamanlar bana terapi gibi geliyor...

Terapiye az kala...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Yürüyorum Düş Bahçelerinde...

Benimki de düş bahçelerinde yürümekti...

Sevgili sevgilimden balık burcu kadınına ithafen aldığım aşk şarkılarından oluşan bu cdye sevinemedim bile... Albümün adı böyle " yürüyorum düş bahçelerinde " ... Belki bana yürüdüğüm yolu hatırlatmak istemişti kendisi... Öyleydim ben de, gerçekleri bir kenara bırakalı çok olmuştu, düş bahçelerindeydim; ama ne yazık ki orada yürümeyi bile berecemiyordum.

" Işık da yaksan nafile, odan karanlık hep loş " dedi içimdeki ses, irkildim birden... Öyle değil miydi? Tüm ışıkları yaksan da nafile değil miydi? Bu yüzden gitme ya da gideceksen hiç yakma ışıkları... Çünkü farkı olmayacak.

Çok çok duygusal oldum ben bu gece... Bu ruh hali fazla bana, gücüm yok...

29 Ekim 2010 Cuma

3 Ayrı Şey...

Bugün defalarca, o kadar çok ki kaç kere olduğunu dahi hatırlayamadığım kadar çok dinledim bir şarkıyı... Hatta sevgili dostumla konuşurken bi başlık, bi topic bi şey açmalıyım bunun üzerine dedim. O da bana haklı olarak nereye açacağımı sordu. Eskiden çokça yazardım sözlüklere ve daha bir çok yere... Ama şimdi sadece buraya yazıyor olacağım ki en kötü ihtimalle bloğuma yazarım dedim ve yazdım da...

- Bir şarkıyı üst üste, bıkmadan usanmadan dinlemek ne anlama gelir?
Bir de bu şarkı "Sevince" ise insanın aşık olduğunun en iyi göstergesi'dir.

Sonra kulak verdiğim iki sesin kendilerinin de sesleri kadar güzel olduğunu farketmem de kafamdaki tabuyu yıkmama sebep oldu sanırım. " Sesleri güzel olan insanların kendileri çirkindir " tabusunu... Anladım ki; sesleri güzel olan insanların kendileri de güzel olabiliyormuş.

Mideme giren krampların, bulantıların ve kendime gelemeyişlerimin sebebini aşkla bağdalaştıran sevgili insana sesleniyorum. Boşuna sevinme, çünkü bu senin sandığın gibi bir şey değil, galiba ben zehirlendim.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Karşımdaki Sarı Çiçeklerim...

Sabah son zamanlarda olduğu gibi isteksizce geldiğim iş yerimde çalışma mücadelesi verirken, bana bir şey geldiğinin bilgisini aldım. Oldukça şaşkındım, bana iş dışında bir şey gelmeyeli de bir hayli zaman olmuştu. Tarihi, günü, yılı düşündüm ve gelmesi için bir sebep yoktu...

Aşağı bana gelen paketi almak için indiğimde, gerçekten de içerisinde sarı çiçeklerin olduğu bir fanus bana uzatılıyordu. Şaşkınlığımı gizleyememiş olacağım ki; .... Çiçekçilik'ten gibi bir açıklama yapma ihtiyacı duydular... Bir anlık da olsa, çiçekçiden de olsa güzeldi...

Ne yazıyordu; " İyi haftalar dileklerimle " ... Umarım öyle olur...

Ufak mutluluklar da olsa bu günkü gülümseme sebebim; karşımdaki sarı çiçeklerim...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Senden Daha Güzel...

Bir cumartesi akşamı ne umutlarla gittiğim İstiklal caddesi, karmakarışık duyguları bir arada yaşama sebebim oldu. Gitmek üzereydim neredeyse, birinin bana gitme, sana ihtiyacım var demesine rağmen, galiba vakit gelmişti ki dönmem bu kadar zor oldu, içim öyle çok yanmıştı ki ne yapmam gerektiğini saatlerce, sessizce düşündüm...

Gittim, saat gece yarısını vurmak üzereydi, içimdekileri onun yüzüne haykırıp dönecektim güya. Olmadı, durdum kaldım, öfkem gözlerimden, ellerimden okunuyordu. Sonra bana bakan ve bir şeyler söylemeye çalışan gözlerine ve sözlerine dayanamamış olacağım ki birden kendimizi sarmaş dolaş tekrar o caddenin içinde bulduk.

Eve gitme vakti gelmesine rağmen, umrumda olmadan kendimizi karanlık bir ara sokakta ve eğlencenin tam ortasında bulmuştuk... Bakışlar, gözler, sözler... Bu an hiç bitmesin ve bir o kadar da bir şey hatırlamayayım istiyordum... Galiba Aşk buydu, bu aşktı...

Ve nasıldı...

X: Kimseyi görmedim ben
Y: Senden daha güzel...
X: Kimseyi tanımadım ben
Y: Senden daha özel...

Bu şarkının bu kadar güzel ve özel olduğunu daha önce hiç farketmemiştim.
Ben kendimi usulca o gecenin içine bırakırken, şarkıyı bir de Duman'dan dinleyelim.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Paranormal Activity

" Paranormal Activity "

Bu filmi vizyona girmeden haftalar öncesinde merakla beklemeye başlamıştım. Bir çok film sitesine düşmüş olmasına rağmen, bu film sinemada izlenir diyerek başka bir yerde izlememeyi tercih ettim. Ettim de ne oldu sinemada da izleyemedim, derken beraber izlemek istediğim kişiyi bekledim ve bugüne dönüyorum ben hala bu filmi izleyememişim. En kötüsü de tam 2 gün sonra filmin 2'si çıkacak fakat ben hala 1'ini izlememiş durumdayım.

Bir hayli üzgün olduğumu ve bu açığımı en geç hafta sonunda kapatacağımı, yani kapatmak istediğimi şiddetle haykırıyorum.

Bakınız; Paranormal Activity 2

14 Ekim 2010 Perşembe

Kötü Kahramanlar...

" Büyük hikayelerin kötü kahramanlarına yenildi düşlerim...

* * *

Son defa bağdaş kurup otursana yüreğin ortasına yar...
Başrolü ölür mi bir filmin?
- Ki sen son satırı olmak istiyorsun sözlerimin.... "

11 Ekim 2010 Pazartesi

Büyükbabam, Cüneyt Abi ve Ben:)


Bu nasıl bir başlık ve özellikle de nasıl biri giriş diyeceksiniz biliyorum... Hayır büyükbabamın senesi falan da değil.

Sadece büyük adam ve sizlerle birlikte çocukluğuma dair bir yolculuğa çıkalım istedim ve o yolculuk şimdi başlıyor...

90'lı yılların en başıydı, sevgili büyükbabacağım (nur içinde yatsın), çok dikdatör, ağırbaşlı, dediği dedik bir adamdı, aynı zamanda da iyi bir Türk Filmi izleyicisiydi. Ben de çocukluğumu büyükbabamın bacaklarının arasında Türk Filmleri izleyerek geçirmek durumunda olan bir kız çocuğuydum. Mümkün müydü o zamanlar, şimdiki gibi elimize kumandayı alıp istediğimiz yatağa uzanıvermek... Malesef böyle bir şey saygısızlık olarak nitelendirilirdi, televizyonu açmak için izin isterdik biz o zamanlar. Eee dolayısıyla büyükbabacağım ne açarsa onu izlemek zorundaydık. İki seçeneceğimiz vardı; açılanı ya izleyeceksin ya da izlemeyeceksin:) Tabi küçüktüm, annem de çalıştığı için, televizyon izlemeden ya da oyalanacak bir şeyler bulmadan gün bitmiyordu. Dolayısıyla da açılanı izlemekten başka şansım da kalmıyordu. İşte bu yüzdendir ki ben Türk Filmleri ile büyüdüm. Küçücük yaşımda bütün jönleri, aktörleri tanır olmuştum. Ve zamanla Türk Filmleri hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. Yıllar geçti, yaşım ilerledi ama ben aynı filmleri defalarca izlediğim zamanları bilirim.

Hangi birini saymalıyım bilemedim, ama bir hafta önce kendisiyle tanışma fırsatı bulduğum Yeşilçam Klasiklerini seslendiren Belkıs Özener'i de unutmak istemiyorum. Şahane bir ses, unutulmaz bir kadındı.

Ve en başa dönecek olursam Cüneyt Abi diye nitelendirdiğim Cüneyt Arkın elbet. Namıdiğer Malkoçoğlu:) Türk sinemasının efsanevi isminden çok kısa söz edeceğim. Çok kısa bir zaman önce kendisiyle bir araya geldik, ben hayatım boyunca bu kadar alçakgönüllü, mütavazi bir adam tanımadım. Tek kelimeyle bu'dur dedim. Uzunca da sohbet etme fırsatı buldum kendisiyle... Çok üşümüşsün diyerek selamladı ben, ardından da hemen nereli olduğumu sorunca dayanamadım, başladım sevgili büyükbabacığımla olan anılarımızı anlatmaya. Çok sevindi, yediden yetmişe bu kadar sevilmek mükemmel bir duygu dedi...

Bir tek küçükken kendisine aşık olduğumu söyleyemedim; şimdi anlıyorum, o zamanlar küçücük yaşta bile ne kadar da doğru bir karar vermişim meğer:)

Benim fotoğraf talebime karşılık, sandalyesinden zorlukla doğrulup beni kucaklayan Cüneyt Arkın'a teşekkürlerimi sunuyorum.

Laf Aramızda; Bu satırları okuyor olabilir, kendisiyle paylaştım da:)




4 Ekim 2010 Pazartesi

Bir kaç günden...


* Keşke o akşam içtiğim schweppese red label karıştırsaydım...

* Keşke hafta sonunu hafta içine taşıma gibi bir şansımız olsaydı...

* Keşke bu yorgunluk hissi yerini dinginliğe bırakabilseydi...

* Koca bir sinema salonunda korku filminin en ürkütücü sahnesindeyken, 4.4 şiddetindeki deprem koltukları var gücüyle sallarken acaba efekt mi yoksa, yok canım derken, film çıkışı deprem olduğunu anlamak da değişik ve özel bir gün geçirme isteğime bir hayli yardımcı oldu doğrusu...


* Keşke o sıkı sarılış, korkudan değil de sevdadan olsaydı...

* Keşke bir mucize olsa, gördüğüm yalnızca bir toz bulutu olsa ve sabah uyandığımda her şey geçse...


29 Eylül 2010 Çarşamba

Üzüldüm...

Keşke dememek için yaptığım davranışın sonucunda pişman olduğum için üzüldüm...

" Seni ilk gördüğüm o günden beri adına aşk deyip bağlandım.
Hem mutluluğu paylaşmaya, hem acılarına ortağım... "

HERKESİN MUTLAKA BİR HİKAYESİ VARDIR...

Son 1 Saat...

Sıkıntım konsere gidemeyecek olmak değil, o atmosferi solumak varken soluyamamış olmakta...

Çok az kaldı; telefon açıp mailimi aldın mı demektense, bir özür dilemek çok mu zor, anlayamadım, anlayamadım:(

27 Eylül 2010 Pazartesi

Beklenen Nişan, ya sonra...

Başta ben olmak üzere günlerdir bütün kızların beklediği büyük güne saatler kalmıştı. Pek tabiki bütün günü dışarıda çalışır vaziyette geçirdiğim için hazırlanmam bir hayli zaman aldı. Eee bir de keyfimi kaçıran olay ve durumlar üst üste gelince bütün huzurum yok olmuştu. Bunu en aza indirmem gerekiyordu ki belli olmasın, pek başaramadım doğrusu; ama yine de bir şeyler yapmaya çalıştım kendimce...

Kuaför ve koşturmacalar sonrasında, hiç ummadığım anda çalan kapının ardından yaşadığım şoku kelimelerle anlatmam olanaksızdı...

- A teyze, E müsait mi diyordu merdivenlerin aşağısındaki ses...

Kalbim duracaktı o anda, yanağına ufak bir buse kondurduktan sonra, atan kalp atışlarımı durdurmaya çalışıyordum... İşte heyecanlı koşturmaca...

Giyindik, süslendik ve en nihayetinde nişan yerini bulduk. Sevgili dostum, bitanecik kardeşim kırmızılar içinde ne de güzel olmuştu öyle... Nasıl da mutlu bir an, nasıl güzel şey bu nişan. Gördükçe insanın heyecanı daha da artıyor, tasarımsal yüzüklerini de paylaşmadan edemeyeceğim. O da son derece şıktı...

Bana gelince ruh halim çok yerinde olmadığı için, bunu istemeden de olsa arkadaşlarıma yansıttım biliyorum, gider ayak içmeye başladım, sonrasında da bu istekle birlikte devam ettim. Biraz ağladım, biraz söylendim, biraz kırıldım, az da olsa gülümsedim. En nihayetinde moral bozukluğunun üzerimdeki etkisi beni çakır keyif hala getirmiş olacak ki ayakta durarken sanki hafiften sallanıyordum...

Ve sonunda, evimde, yatağımdayım...

Sevgili kardeşime ve damat beye bir ömür boyu mutluluklar diliyorum, gülümsemeleri daim olsun...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Yeni ayakkabılarım vee...

Sabah acaba sıkıntılı olan ayaklarımı vurur mu, acıtır mı diye uzun bir süre yeni ayakkabılarımı giyip giymemeyi düşündükten sonra giydim. Pek de güzel oldu, bir de özel birinden hediye ya belki de o yüzden bu kadar çok sevdim canım ben.

Bir de garip bir şey oldu ya hani, sevgili dostum beni arayıp bir şey sordu ya... Öyle işte...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Yok Aynı Değil...

Evet blog adresimi çok seviyorum; ama bu konuda hiç Albert Camus gibi düşünemeyeceğim. Olsa da bir olmasa da bir değil yani. Olursa, istediğim gibi olursa her şey 360 derece değişecek, değişmeli de...

Her şey orada yazdığı gibi o kadar da bir değil aslında...

13 Eylül 2010 Pazartesi

Bayram Sonrası...

Bu sabah sayfayı açtıktan sonra ben ne yazacaktım diye bir kaç dakika ekranla bakıştıktan sonra aklıma yazacak hiç bir şey gelmedi, onca şey olmasına rağmen...

Suçsuzken bile suçlanıyor olmayı kaldıramıyor insan. İlk kez bu kadar az kaldığını hissediyorum, ilk kez bu kadar bitkinim, bu kadar yalnız...

Bayram ha geldi, ha gelecek derken onu da geride bıraktık her şey gibi, her güzel şey, ya da her sıradan şey gibi. El öpme, akraba ziyaretleri şeklinde geçti, bitti... Saygıda kusur etmedik, sevgiyi eksik etmedik bu bayramda da yine...

En ufak bir yanlış yapmadığım halde bu kadar kötü oluşuma ağlıyorum şimdi:(

6 Eylül 2010 Pazartesi

Biz Heybeli'de...

En son ne zaman kendim için bir şey yaptığımı hatırlamıyordum ki bugün yaşadığım zorunluluk beni buna mecbur bıraktı. O kadar iyi geldi ki aslında bu bana. Ne alaka diyeceksiniz biliyorum; ama kendimi uzun zaman sonra ilk kez bu kadar değerli hissettim. Sanki eskisi gibi kendi ayaklarımın üzerinde, dimdik durabilirmişim gibi bir hisse kapıldım. Kulağa çok komik geliyor biliyorum, ama kaybettiğim değerlerin içimde bi yerlerde hala yaşadığını bilmek bana iyi geldi...

Kim bilir belki de bu güçle uzun bir seyahate çıkmak toparlar yaraları, sancıları, acıları...

Sevgili fasıl ekibi; senin de dediğin gibi... " Belki bir gün biz de Heybeli'de her gece mehtaba çıkarız... "

Kim bilir...

5 Eylül 2010 Pazar

Büyü De Gel!


Şimdi düşünüyorum da; hafta sonu acaba ben mi kendimi kandırdım, her şey güzel olacak diye... Yoksa gerçekten güzele yaklaşıyor muyduk sessizce... Ama yine de bu denli büyük kararları yıkamazdı en ufak bir şey. Beni yıkmadı hiç bir zaman, yıkamaz da, yeter ki elimi taşın altına koyayım, işte o zaman her şey kendiliğinden gelişir zaten. Ama ne fayda, tek bir tarafın elini koymasıyla hiç bir şey gitmiyor. Çünkü dimdik durup, konuşması gerekenlerle konuşmasını erteliyor sürekli, belki de benim kadar istekli değil. Ki zaten olsaydı, artık çocukluğu bir kenara bırakıp, nasıl daha çabuk olgunlaşabilirime odaklanırdı.

Olmuyor işte, ne yapsam olmuyor... Her şeyi olması gerektiği gibi de yapsam, eksik bir şey buluyor.

Şimdi hayal kuruyorum sadece; güzel evlerdi...

" Büyü de gel çocuk büyü de gel.

Hadi o yolları yürü de gel "

2 Eylül 2010 Perşembe

Güzel Bir Şey...


Kaç gündür görmek istediğim kızı sabah şans eseri görünce bir hayli mutlu oldum doğrusu. Daha doğrusu görmekten çok, onun aldığı karar mutlu etti beni. Bir gün onu karşıma alıp saatlerce konuşmuştum, kendime anlatamadıklarımı, doğruları, olması gerekenleri ona öyle güzel ifade etmiştim ki. Can kulağıyla, sessizce ve olabildiğince ılımlı beni dinliyordu. Vee sonuç; doğru yol kazandı. Birinin vereceği doğru karar da bu kadar etkili olmak beni manevi anlamda nasıl rahatlattı. Özellikle de gençliğe yeni adım atmak üzere olan birinin yüreğine doğruluğu aşılamak kadar güzel bir şey olamazdı herhalde...


X: Sen neredesin, kaç gündür annenle haber yolluyorum, gelmiyorsun.

Y: Yok abla gelecektim de, işler yoğun, akşam evde de koşturmaca, bir de rahatsız etmek istemedim.

X: Olur mu öyle şey, her zaman beklediğimi söylemiştim. Eee ne yaptın?

Y: Senin söylediğini yaptım abla. Mesaj gönderecektim, ama malesef kontörüm de yoktu.

X: Ben de senden ses çıkmayınca kendi bildiğini yapmaya devam ettin sandım.

Y: Yok yok, senden sonra çok düşündüm ve sen haklıydın.

X: Sevindim canım, en iyisini yapmışsın. Hayırlısı olsun.


Şimdi kendi hayatıma olmasa da bir başkasının özel olan hayatına doğru yönde müdahale ettiğim için huzurluyum...

31 Ağustos 2010 Salı

Çok dağınık

Bugün daha bir amaçsızım aslında. Amaçlarım tamamen mi tükendi diye soruyorsanız, tükenmedi elbet, sadece belli bir duruma karşı ben tükendim. Ama buna rağmen çok baba laflar ediyorum. Yok ....., yok ....., yok.... Böyle bir şey de yok tabii, sadece ben var etmeye çalışıyorum.

Çok argo olacak ama varsın olsun. Her şeye eyvallah çekmek, bu benim işim değil. Peki o zaman neden yapıyorsun diyeceksiniz bunu da biliyorum... Ama işte...

Dünden beri acaba bu yaşadığım bir hastalık mı diye düşünmeye başladım... Hastalıklı ruhlardan ya da ruhumdan kurtulmalıydım biliyorum. Bunun bir yolu olmalı elbet; ama şuanda sadece düşünme aşamasındayım:(

Eskiden " Git, sen gidersen ben de giderim, ben de yaparım derdim. Şimdi ise ben yine de gitmeyeyim, yapmayayım diyorum " Hayır ya hayır bu da ben değilim...

Havadaki ani değişime anlam veremezken, titreme derecesinde üşüdüğümü farkettim, eylül 1 ve havada ciddi bir soğuk var. Ağustosu geçtiğimiz bu kadar belli olmak zorunda mıydı? 1 günlük bu ani değişime ne denirdi bilmiyorum, ama mevsimler de sana benziyordu. 1 gün sıcakken, ertesi gün kışı getiriyordu yüreklerine, tıpkı senin gibi...

Birinin geleceğe dair yaptığı planlar ancak bu kadar adice ve iğrenç olabilirdi, yüreğim dayanamıyor daha fazlasına...

...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Merkür'ün Gerilemesi...

Ben nerde yanlış yapıyorum bilmiyorum, hep bir şeyler ters gidiyor hayatımda... Merkür gerilediği için diye kendi kendime bahane buluyorum. Ama ne yapayım bu iletişim kopukluğundan her şekilde en çok etkilenen burç benim burcum... Öyle bir haldeyim ki... Ne çalışmak geliyor içimden, ne de zorluklar karşısında koşturmak, öylece olduğum yerde durayım istiyorum...

Tübitak Formula G 2010 yarışına dair bir haber hazırlamam gerekirken, 2 gün sonra sadece yazıcıdan çıkış alıp, masama geri gelebildim. İçeride fuar için adetlerinin tespit edilmesi gereken onlarca ürün varken ben sadece yerimden kalkıp havalanması için odanın kapısını açtım. Sevgili dostum (o kendini biliyor), onunla bir iftar yemeği yapalım ve biraz dertleşelim istiyorum ama bu durumu da erteliyorum... Sonra ilişkim, o da birbirine girdi yine...

Biliyorum bütün bunların nedeni merkür:(

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Biraz Mutluluk...

Şimdi ben diyorum ki, aslında ben demiyordum da, bugün eski bir arkadaşımla, daha doğrusu eski bir dostumla uzun zaman sonra bir telefon görüşmesi yaptık. En son ne zaman konuştuğumuzu sorarsanız hatırlamıyorum, ne zaman görüştüğümüze gelince liseden Filiz'imin düğününde bir araya gelmiştik... Birden bloglarımızı paylaştık ve o da benimle aynı fikirdeki içinden gelenleri anlatmışsın ama biraz hüzünlü olmamış mı dedi. Doğruydu da, benim bloğumun neredeyse her sayfasında hüzün ve gözyaşı vardı... Ama ben bunu yapıyorum, mutsuzken, acılarım büyükken yazmak adeta benim felsefem olmuş ve bu akşam bunu kırıyorum...

Şirket içindeki sular biraz daha durulmaya, taşlar yerine oturmaya başlarken; şimdi kendi adıma gerçekleşecek olan değişikliği bekliyorum, her şey güzel olacak. Bunun üstüne bir kaç ay daha İstanbul sınırları içerisinde kalacağımı da eklersek şuan için bundan güzel bir şey olamazdı herhalde...

Sevgili teyzeme iftara gidemediğim için sadece kendimi değil, annemleri de iftar için sokağa attım... Bu akşam evde durmak yok derken kendimizi Beşiktaş'ta bulduk, ben burada yemek yemeyi pek sevmem de annem işte bir türlü Beyoğlu'na götüremedim. Her şey kömür kokan İskender'e ve gelen hesaba kadar son derece güzeldi:) Tatlılarımızı burada yememiz olanaksızdı. Hemen annemleri başka yere götürdüm, tatlımız da künefeydi. En sonunda evin yolunu tuttuk...

Pazar akşamı iftarı için istikamet pek tabiki Beyoğlu... Sevgili sevgilimle birlikte reklam yapmayacağım, güzel bir yerde iftarımızı yaptık. Ben oranın içinin o kadar güzel olduğunu hiç tahmin etmiyordum. Belki de bu yüzden yıllardır önünden geçmeme rağmen bir kez olsun gitmemiştim. Son derece güzeldi... Ve her zamanki gibi ramazan Sultanahmet'siz geçmezdi. Gittik gitmesine de bu sene orada hayat yoktu, standların, gösterilerin yerini insan kalabalığı almıştı.... Ev ve uyku mode:)

Pazartesiye bıraktığım iki kararım da şuan için beklemede, birine az kaldı, diğerini pazar günkü pozitif düşüncelerden sonra bir süre daha beklemeye aldım.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Başlıksız, yorumsuz, kelimeler kifayetsiz

Güzel uyandığım bir günün ardından en fazla 1 saat geçmişti, bugün bir şeyler olacağı belliydi. Duyduklarım veda sözcükleriydi, " Olmuyormuş, şimdi sürse sonra bitecekmiş. Bir sonumuz olmayacakmış bizim, hem o bana söylemiş de ben anlamamışım. Şimdi ilk kez söylemiyormuş zaten. Anlayış ve kolaylık istiyormuş benden... " Ne denir ki bilemedim, ne yapılır onu hiç bilmiyorum. Belki de ilk kez bu kadar dağıldım, yıkıldım adeta... Bir de bizim filmimizden bir alıntı video göndermiş, daha bir dağıttı beni, biraz da sulugözüm ya tutamadım kendimi, başladım ağlamaya:(

Şirket içinde yaşanan büyük değişikliğe karşı şaşkınlığımı gizleyemezken, terfi etmek üzere oluşuma sevinemedim bile...

Karmakarışık, darmadağınığım şimdi... Hafta sonuna kalmaz netleşir her şey. Radikal kararlar diyorum bütün bunlara. Çünkü olursa böyle bir veda, kimse benden beklemiyor biliyorum. Çünkü ben bile kendimden beklemiyorum. Terfi durumu da uzun süre olmayacaktı ve ben çok başka şeyler düşünürken o da tersine dönecek gibi... Her şeyden önce hayırlısını diliyorum şimdi...

Tarkan'ın iki şarkısını dinleyip duruyorum, bir tanesini şimdi paylaşmak istiyorum...

Meğer hiç tanımamışım
Ne kendimi ne seni
Görünenle yetinmişim
Durup, hiç dinlememişim
Kalbimin nefesini
Sevilmişim sevmişim
Göz göre göre kaybetmişim
Umutlanmışım bulutlanmışım

Yağdı yağacak kirpiklerimden
İnanmamışım inanmışım
Kayıp gidiyorsun ellerimden
Bir daha çalar mı bilmem
Postacı kapımı sanmam
Biliyorum dönmezsinsen
Çoktan gitmişsin
Umutlanmışım bulutlanmışım

Yağdı yağacak kirpiklerimden
İnanmamışım inanmışım
Kayıp gidiyorsun ellerimden

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Eski Bir Dost...

Nasıl başka bir durumdur bu. Sabah şirketteki direk hattım çalıyordu. Açtım, biraz da keyifsiz açtım hatta. Telefonun ucundaki ses bana ismimle sesleniyordu. Aaa aahh o da ne! Yıllardır kendisinden haber alamadığım, üniversiteye hazırlık yıllarımdan bu günlere taşınabilmiş bir dost sesi... Nasıl olmuş da beni bulmuştu bilemiyorum. Ama kısacık telefon görüşmemizde vefakarlığımdan bahsedip durdu. Bana olan vefa borcunu mutlaka ödemeliymiş.

Evlenmiş kızcağız, pek de yakınıma taşınmış, bana ulaşmaya çok çalışmış, düğününe de çağırmak istemiş, ama en nihayetinde bugün başarmış...

Sevindim, bir yerlerde birilerinin bana bu kadar kıymet verdiğini, bana ulaşmak için çok çabalar harcadığını bilmek beni nasıl mutlu etti, anlatamam...

Hemen telefonlarımızı aldık, iş görüşmesine gidecekmiş, ona iyi şanslar diledim ve en kısa zamanda görüşmeyi arzuladığımızı söyleyerek veda ettik birbirimize...

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Galiba ben...

Galiba ben kötü biriyim:( Herkes bana küsüyor, kırılıyor, hep yanlış anlaşılıyorum:( Ama ne yapıyorsam, neyi önemsiyor ve sorguluyorsam hep böyle durumlarda oluyor ne oluyorsa...

Birine yardım ediyorsun, bir kere etmek istemesen, ya da bir kere çok önemsemeden konuşursan, ya da sebeplerini sorgularsan sen kötü oluyorsun, bunu anladım..

Belki farkında olmadan seni de kırmışımdır, baksana herkes bana kırgın:( Bu satırları okursan bir şeyler bekliyorum senden...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Ben bu yaz bronzlaşmakkk...

" BEN BU YAZ BRONZLAŞMAK
KENDİMLE UZLAŞMAK
YER YER YOZLAŞMAK
UZAKLAŞMAK İSTİYORUM "

Ehh az biraz da bunu başardım gibi... Hafta sonları da olsa İstanbul'dan uzaklaşmak, güneş, deniz ve kum üçlüsüyle birlikte bronzlaşmak son derece rahatlatıcı..

İnsanların hayatıma müdahale etmesinden nefret ediyorum... Neydi o; somurtkan şirin sanırım, işte ben de biraz öyleyim...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Mucizeler ve Büyük Aşkım...

Siz mucizlere inanır mısınız, bilmiyorum ama ben inanıyorum. Allah zor durumda olduğumuz anlarda bize yardım ediyordu, bunu öyle derinden yaşadım ki... Bir kaç satırla hissettiklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak istiyorum şimdi...

- Bir veda sahnesi.. Yılların biriktirdiği büyük bir aşk, bir bankta gözyaşları eşliğinde sona eriyordu. Belliydi, kurtuluşu yoktu artık. Durmaksızın ağlıyordu genç kız, son sözleri olmasından korksa da kendince bir şeyler kurmaya çalışıyordu elbet. Bu sefer biliyordu bu bir yol ayrı mıydı...

- Vee bir telefon gelir, gitmiyorsun, inanamamıştı, ne diyeceğini bilemiyordu, konuşma güçlüğü çekiyordu. O ana kadar üzüntüden ağlayan genç kız, mutluluktan ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıklarla ağlarken gitmiyorum diye bağırıp boynuna atlamıştı sevgilisinin...
- Sevgilisi nasıl olur, ne oldu derken, anlatamam, konuşamam diye cevap veriyor ve elleri durmaksızın titriyordu kızın...

Vee bu kez de mutluluktan kendini toparlayamamıştı, sanki yeniden hayata dönmüştü. Mucize denilen şey bu olsa gerek, bu bir mucizeydi, aşk bir mucizeydi, o bir mucizeydi...

O kadar çok ağladım ki, o kadar çok dua ettim ki ve sonunda her şey istediğim gibi sonuçlandı, hem de tüm ümidimi kaybettiğim anda... Ama hep inandım, hep söyledim, son anda bir şey olacağını ve burada kalacağımı hissetmiştim, bunu biliyordum. Çok, çok mutlu olmuştum...

Şimdi çok daha iyi anlıyorum...

BİTTİĞİNİ SANDIĞIMIZ ANDA HER ŞEY YENİDEN BAŞLAYABİLİYORMUŞ....

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bugün...

Dünü dünde bıraktım sanıyorsan yanılıyorsun. Bugün daha büyük ve artan bir acıyla uyandım ben.

Bir kez daha birlikte baktığımız bu gökyüzüne bakamayacağımızdan öyle çok korkuyorum ki...

Her zaman güzel hayaller kuran ben, bu sabah da hayallerimi ihmal etmedim. Ama bu sefer onlar da içinde acıyı barındırıyordu... Yokluğunda yapacaklarımın hayalini kurdum bu sabah usulca yürürken... Tıpkı hayatımız gibi kara bulutlar üzerimize çöktü ve bulutların ardından yağmur başladı hemen... Gözyaşlarım gibi durmaksızın akıyordu onlarda... Camı en iyi gören bir boş odada dakikalarca yağan yağmuru izledim. Ve bir mucize olması için dua ettim.

Şimdi öyle yalnız ve öyle kötüyüm ki... Seni sensiz yaşamaktan çok korkuyorum. Çünkü biliyorum ki bu kadar güçlü değilim:( Ama başka hiç bir şansım yok, bir çıkış yolum yok...

Hayallerim değil aslında şuanda kafamda kurduklarım, bu şehirden bir kaçış yolu arıyorum kendimce... Güneye mi gitsem, hayır güneye de gidemezdim artık. Orada da fazlaca anımız vardı. Ege sahilleri de eklenmişti gittiğimiz yerlere. Yazlığa hiç gidemezdim, iki hafta sonu o da orada olacaktı ve benim bilinçli oraya gittiğimi bilecekti. Avşa'ya giderdim belki. Oranın acısına dayanabilir miydim, onu da bilmiyorum. En iyisi Saroz'a gitmekti belki de, orası bana sadece ondan önceki hayatımı hatırlatan anılarla doluydu. Çocukluk heyecanlarım, kaçamaklarım, çılgınlıklarım vardı orada. Ama sanki orada da istediğim gibi dağıtamaz, kafamı dinleyemezdim. Hiç bir şey bilmiyorum şuanda:(

16 Temmuz 2010 Cuma

Düğün Heyecanı...

Her düğün öncesi adetleri bozmamak adına bir kına gecesi düzenlendiğini hepimiz çok iyi biliriz. Ben de dün bir kına gecesine katıldım. Son derece ağır ve hanım hanımcık bir genç kız olduğum her halimden belliydi.

Beni rahatsız eden bir kaç durum dışında, koca bir sülalenin içine dahil olmak başka bir duyguydu. Her şeyin sil baştan değişeceğini düşünmek bile nasıl da ürkütüyordu beni. İnsanın alıştıklarından vazgeçmesi, dayanılır bir şey mi bilemiyorum...

Galiba en çok sevmesi gereken insanlardan biri; beni hiç sevmiyor, fakat iyi davranması gerektiği için bana öyle davranıyordu. Hiç tahammül edemiyorum bu duruma:(

Uykusuz, yorgun ve umutsuz bir cuma sabahında hiç ama hiç çalışmak istemiyorum.

13 Temmuz 2010 Salı

Son Bir Şey...

Bir akşama bu kadar çok birikmiş konuyu sığdırmak bana göre değilmiş bunu anladım... Dün gece başladığım yazıyı gelen telefonla yarıda bırakıp koşa koşa gitmemden belliydi.

Tatil dönüşü fena halde hırpalandığımı hissettim. Bir an bile yanımdan ayrılmasını istemediğim insanın tamamen benden kopması beni nasıl da korkutuyordu. Hayatımda kendimi hiç bu kadar çıkmazda hissetmemiştim, iki durum arasında kaldığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Birini seçsem diğerini kaybedeceğim, diğerini seçsem onu kaybedeceğim. Çıldırmak üzereyim, neden ikisi bir arada istediğim gibi olmuyor:(

Her şeyin hayırlısı olur ve her şey en kısa zamanda yoluna girer inşallah.

Tatil sonrası dinlendiğimi sanarken, daha çok yorulmak şuanda sahip olduğum en kötü şey olsa gerek.

13 Temmuz Salı

Sevgili Büyükbabacığım;

Yılların nasıl da çabuk geçtiğini bugün biraz daha iyi anladım. 2006 yılının üzerinden tam 4 yıl geçmişti. Yüreğimde kabuk tutmuş bu yaranın tarihini hiç unutmadım. Seni öyle çok özledim ki. Küçük torunun artık öyle çok büyüdü ki. İşin içinden tek başına çıkamadığı sorunlar altında ezilip duruyor. Kimseyle paylaşamıyor, kimseden yardım isteyemiyor. Çünkü tek çare kendinde, duygularında, hayatında, ne istediğinde...

Bugünlerde kendimi çok yalnız hissediyorum. Geçenlerde annemler tatildeyken saatlerce odamda, yatağımda hıçkırıklarla ağladım. Yalnızlık hissi iyice arttı. Annem olsa ona sarılıp mı ağlayacaktım onu da bilmiyorum ama annemi aradım bir an. Ya da sen olsaydın yanımda; her ağladığımda yanıma koşan, avucuma harçlık sıkıştıran, küçük ellerime dondurma bırakan, küçücük yüreğime umut saçan sen olsaydın keşke...

Her şey büyüdükçe daha da zorlaşıyormuş büyük adam. Bu yüzden ben artık senin bıraktığın o yerde, 20'de, bıraktığın o yürekte 5 yaşında kalmak istiyorum. Annemin işten gelmesini beklerken, öğrendiğim saatin anlam kazandığı o günlere dönmek istiyorum. Ben, ben belki de seni özlüyorum...

Diken diken olan saçlarından, merhametli yüreğinden, o koskoca ellerinden öpüyorum.

Ömrüm yettiğince bu tarihi yüreğimde yaşatacağım...

Toprağın bol olsun büyük adam, huzur içinde geçsin yılların.

Tatil Dönüşü...






Dün itibariyle bir haftalık tatilim bitmiş durumda... Hayatımda geçirdiğim en özel, en güzel, en keyifli ve en dolu tatil olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Antalya - Side ve Lintida'da başlayan yolculuk Akdeniz Sahilleri'nden Ege Sahilleri'ne, oradan da Marmara Sahilleri'ne anca bu kadar güzel demir atabilirdi...


Ben hiç bir tatilde bu kadar çok yiyip içmedim. Sabah yemeğe başladım, uyuyana kadar sürdü, sınırsız yeme-içme anca bu kadar iyi değerlendirilebilirdi. Step, su jimnastiği, fitness, masaj, animasyon esnasında ruslara kızarken istemeden juri koltuğuna oturan bir ben, 5 yıldızlı bir otel sonrasında çadır ve araba konaklamalı devam eden bir yolculuk... Vee ey büyük aşk. Mükemmel eş...

Tatilde, yolculukta insan karşısındakini en iyi tanır derler, eğer bu söylem doğruysa; ondan muhteşem bir sevgili, mükemmel bir eş olurdu. Ben o halini çok ama çok sevdim.

Bir diyalog;

Etrafa bakınan bir kız ve yanında görevli bir bayan...

Görevli Bayan: Hanımefendinin eşi nerede?

Diğer insanlar etrafına bakınırken uzaktan bir odadan eş görünür...

Görevli Bayan: Hımm geliyor işte...
Bir kız: Hıhı evet, teşekkürler...
Ve o mükemmel eş gülümseyerek karşıdan gelir...

Ala carte de yenen romantik bir akşam yemeği sonrası, bir çift göz, gözlerini üzerimden alamıyordu, her şeyimi tek tek incelemesine rağmen, çok güzel olmuşsun deme fırsatını bir türlü bulamamıştı... Ama ben biliyordum, o anda bana nasıl da hayranlıkla baktığını...

En çok nereyi beğendiğimi düşünüyorum da, hayallerimdeki yerdi galiba en çok beğendiğim, senelerdir merak içinde gitmeyi düşlediğim; Olimpos tabiki anlatmaya çalıştığım. Tatil sırasında kendimi en çok bulduğum yerdi. Çoğunluk arasında uzlaşamamaktan dolayı orada konaklama şansımız olmamıştı. Ama tatil sonunda herkesin söylediği tek bir şey vardı; orada konaklanmalıydı. Düden Şelalesi, Göynük, Kemer, Kaş, Olimpos, Marmaris, Fethiye - Ölüdeniz, Göcek, İzmir, Bandırma, Susurluk ismini hatırlayabildiklerim...

Tatile doyamadımmm, bir rüya gibiydi, geldi ve geçti... Kim bilir bir daha ne zaman böyle bir tatil yaşanır...

2 Temmuz 2010 Cuma

Buruk mutluluk...


Tüm hafta boyunca çok sıkıntılı zamanlar geçirdim. İçimi bir garip sıkıntı kapladı, kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissettim. Gece boyunca hıçkırıklarım oldu, nefes alamayışlarım oldu, sabahı zor ettiğim gecelerim oldu... Belki annemi, belki de mutlu olmayı özledim...

Aklım çok karışık şimdi... İnsan hayatını var eden iki unsurun arasında kaldığımı hissediyorum. Biri; benim hayatım, bir diğeri ise sevdam. Hayatımdan vazgeçmeyi düşündüğüm bugünlerde, bir söz silkeledi beni. Ve içimdeki ses; " Eğer hayatından olup, sevdanı seçersen tüm sıkıntılar bitecek mi sanıyorsun? " Hayır bitmeyecekti, hatta giderecek çoğalacaktı; çünkü ben kendimden ve hayatımdan geçmiş olacaktım, asıl psikolojik sorunlarım o zaman daha da artacaktı...

Biliyorum artık kırılacak yeri kalmadı yüreğimin, yüreğimi söküp atmadığım sürece de hiç bir yara iyileşmeyecek biliyorum... Bugünkü heyecanım yerini bir buruk hüzne, sancılı bir mutluluğa bıraktı. Şimdi yeterince sevinemiyorum bile. Saatler sonra 1 aydır beklediğim, muhteşem diye nitelendirdiğim tatile çıkacağız. Ama ben nasıl bir tatil geçireceğimizi bilmiyorum...

Güneye bekle bizi, biz geliyoruz diye haykırmak isterdim; ama şuanda sadece "umarım her şey düşlediğim ve istediğim gibi olur diyebiliyorum."

24 Haziran 2010 Perşembe

Alışveriş Tutkusu ve Tatil...


Bugünlerde nedenini bilmediğim bir alışveriş tutkusu kapladı içimi. Bu uğurda milyarlar harcayabilir, her gün yeni bir şey alabilirim eminim. Kendimle ilgili bir kaç ufak değişiklik yaparken, her şeyin en iyisi, en güzeli benim olsun istiyorum; çünkü ben yeterince güzelim:P Bu sefer hiç mütevazı olamayacağım...

Tatile çıkmama yaklaşık 1 hafta kaldı, uzun bir süredir onun heyecanını yaşıyorum. Bütün eksiklerimi tek tek tamamladığımı sandığım anda bir yenisiyle karşılaşmak aslında güzel, ama ekonomik açıdan beni sarsmaya başladı. Malum 2 aylık doktor kontrolüme gidemediğim de bunun göstergesi olsa gerek...

Hayatımdaki en özel tatil olacağına inandığım için güneyi ve onu seçtim belki de. Sevgili ailemi bu hafta sonu tatile gönderirken, kendim de ufak bir hafta sonu kaçamağı yapıp, sezonu açacağım.

Bi sürü süslü şeylerim ve her anını dolu dolu geçirebileceğim bir tatil olsun istiyorum...

Paylaşmadım sanırım, benim bir hayalim bu; sevgilimle birlikte arabayla güneye inmek. Böyle orjinal yollar var ya, üstü açık bir arabanın içinde o yollarda gezmek... Üstümdeki incecik bir elbise, saçlarım çok daha uzamış, başımda bir şapka, her şey uçuşuyor... Off ne şahane bir atmosfer... Belki bir gün neden, neden olmasın...

28 Mayıs 2010 Cuma

Özlem ve Endişe...

Her şeyi en başa sardığım her gün, yine bir adım geri gidiyorum, gidiyoruz...

Rüya mıydı gerçek miydi onu da bilemediğim geçmişe dair bir hayal süsledi gözlerimin önünü... Orada öyle güzelsin ki... O zaman pes ettiğim gibi sanki şuan pes etmezmişim gibi geliyor, bunca yorgunluğa inat... Garip bir özlem şimdi bendeki, nasıl hisler içinde olduğumu kendimin bir anlayamadığı bir garip özlem...

Bu yaz için kaygılar taşıdığımı farkettim bugünlerde... Hiç bir şey düşlediğim, istediğim gibi olmayacak diye endişeliyim:(

Sevgili dostumun düşlerini süsleyen benim gelinliğimi de merak ettim doğrusu... Belki bu da bir işaret:)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

... Dedi Annem!

Çok oldu yazmayalı biliyorum. Ama artık çokca yazacağım gibi bir hisse kapıldım şimdi... Hayattaki herkesin kendini düşündüğü ne kadar da doğruydu. Herkes kendi yalnızlıklarından, kendi yorgunluklarından, kendi umutsuzluklarından bahseder her zaman. Peki ya kimse bilir mi karşısındakinin ne durumda olduğunu... Cevabını çok iyi biliyorum, hiç bir zaman yapmadılar, yapamadılar bunu...

Mor ayakkabılarımın anlamı kalmadı, deli gibi para biriktirmeye çalışmamın, ya da her cumartesi pazardan elime geçen her eşyayı alma gibi yeni hobi edinmelerimin, acaba neyi, nasıl anlatacağım kaygılarım da olmayacak sanırım...

Bu son zamanlarda öğrencilik yıllarımı çok özlüyorum, çok fazla üniversiteli gençlerin arasında vakit geçirmemden olsa gerek. Özlüyorum işte... Dertleri tasaları yok, tek dertleri vize, final, alltan ders getirmemek:) Kulağa nasıl da komik geliyor dimi? Keşke en büyük derdim bu olsa diyesim geliyor....

Gelelim asıl meseleye, evet annem dedi, hem de daha dün dedi... Teoman da öyle söylemiyor mu?

"yaralı dizlerimkoşamam ki
kapalı yollarında akamam ki
unutkan nehrinin yolunu sormadan bulamam ki
karlı dağlarında doğamam ki
saklı kentinin
"çok üzülme çok susma
çok darılma çok ağlama
çok da kitap okuma" dedi annem"
çok terleme çok yorulma
girdaplarında boğulma
yalnızlığına çok da alışma"

güneşim olmadan göremem ki
ay tutulurken
uyuyamam ki
karanlık olsa da
ben herkesi sevemem ki
sevmeden de yaşayamam ki
yanlış olsa da... "

26 Nisan 2010 Pazartesi

Eski Defterlerden Alıntılar...

Beni tarihini, gününü, hangi derstte olduğunu dahi hatırlayamadığım üniversite yıllarıma götüren sevgili dostuma öncelikle teşekkürlerimi sunuyorum... Senin yazına bir karşılık belki de, ben de eski defterlerimi ve kitaplarımı incelemeye başladım bir garip heyecanla...

Aşklar, beğeniler, derstten sıkılmalar, kaçamaklar, arasına ilişmiş ders notları, doğum günüme çağırmayı planladığım insanların listesi, kitapların ilk sayfasında quiz, vize, final notları, düğün davetiyesi...

Sevgili dostum ledorita, senin bloğun bu satırları yazma sebebim oldu, biliyorum ki sen de bu satırları okurken fazlasıyla gülümsüyor olacaksın...

Bir kaç alıntı yapacağım o satırlardan...
E: Kızımmm sağdan, soldan daral geliyor, artık bu şirketten çıkıp ara versek diyorum:P
Ç: Off ya sıkıldım...
E: Sence sıkılmamın nedeni nedir?
Ç: Adi şirketler, adi bunlar işte ne beklersin. Ben de sıkıldım ve sinemaya gitmek istiyorum:(

* * *
Yazıcı iki gündür yok. Hayret çok geri kalacak.
He ya...

* * *
E: Ne diyordum kendi içinde ya da dışında saçmalamaksa, galiba artık içimde fazlasıyla dışımda da saçmalar oldum, hoca bile farkettiğine göre:(
Ç: Evett:)
E: Bu sene ne güzel hep erken çıkıyoruz, farkında mısın? Geçen yıl 8'den erken evde olamıyordum.
Ç: Evet çok iyi oldu böyle:)

Önümüzdeki günlerde daha başka projelerle sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyarım:)

20 Nisan 2010 Salı

Son Söz...

Düşünmek, yorulmak, ümid etmek ve hepsini birden kaybetmek...

Bir şarkıyı defalarca dinlediğim bugünlerde buraya da yazmadan edemedim...

"Şimdi sil baştan yaşanırmı hayatım
Yoksa sonuna varıp noktayı mı koysaydım
Bu gece çok karanlık olmaz olası bir zamandayım
Kaybolsam bulunmasam bir daha
Sormasa kimse seni anlatmasam kimseye

Bana yaptığın herşeyi
Silebilsem seni daha öncekiler gibi ah çok zor
Yandı gönlüm yandı yandı hem hiç yanmadığı gibi
Kül olupda savruldum ama o son sözün kafi geldi... "

Şuanda istediğim şey bu olsa gerek; kaybolsam bulunmasam bir daha...

Belki de ilk defa buraya yazdıklarımın okunduğu kaygısını taşıdım, yoksa okuduğum kitapla ilgili bilgiler nasıl bilinirdi? Hem de bildiğim sevgili dostum tarafından değildi bu okunuş, bu sadece bir tahmin de olsa güzeldi ...

15 Nisan 2010 Perşembe

Küçücük bir miktar para...

Çok garip bir başlık olduğunun ben de farkındayım...

Geceydi, belki de akşam ama bize gece gibi geliyordu. Birden başkalaştı her şey. Öfkem yerini heyecana, hüznüm yerini mutluluğa, gözyaşlarım yerini kahkahalara bırakır oldu, kırgınlığımı bile unutturdu o şey... Neden mi bahsediyorum? Küçücük bir miktar paradan... Kulağa nasıl da komik geliyor öyle değil mi? Ama tam vedalaşmışken bizi bir araya getirdi. Ve her şeyi bir kenara bırakıp, bizi gece vakti bir çılgınlığa sürüklerken, mutlu olmamızı sağladı ve birbirimize olan sevgimizi hatırlattı... İstikamet; Altunizade:)

Dün sabah ise öyle hoş bir şeye tanık oldum ki, hayat vardı. Biz büyükler için de, yeni doğmuş bir bebek için de bir hayat mücadelesi, istekleri, duyguları, düşünceleri vardı... Sabah sabah bunu gözlemledim... İşe gitmek için yola koyulmuştum. Çoğu sabah olduğu gibi büyük park yine hayvanlarını gezmeye çıkarmış insanlar sayesinde oldukça yoğun anlarını yaşıyordu. Ben de genelde o parkın önünden yürür, giderim. Dün sabah da aynı kaldırım üzerinden yürürken bir bebeğin golden retriever cinsi kocaman bir köpeğin peşinden nasıl koştuğuna tanık oldum. Nasıl da tatlı, nasıl da güzel bir görüntüydü. Küçük bebek, kim bilir kafasında nasıl bir düşünceyle, nasıl bir sevgiyle o köpeğe koşuyordu. Tabi sonra köpek hızlanınca, sahibi de onun arkasından gidince bebek daha fazla koşamadı, yetişemedi. Annesi yakaladı sonunda ve bizim minik bebe kendince bir şeyler anlatmaya çalışarak ağlamaya başladı... Ayy ayy ayy içim gitmişti...

Şimdi sinirliyim aslında ama çaktırmıyorum, bu yüzden de yazmaya verdim kendimi, belki az da olsa sakinleşirim diye... Bir kaç saat sonra daha fena bir hal almaz umarım bu durum... Şimdilik bu kadar... Hafif müzik eşliğinde işlerime dönme zamanı...

6 Nisan 2010 Salı

Sütlaç


Bu kedicik de çok minik, çok şirin. Yeni doğmuşken alınmış, 45 günlükken ben gördüm. Şimdilerde de 65 günlük anca olmuştur. Adı da Sütlaç... Ben ki kedi sevmeyen bir insan olarak Sütlacı çok seviyorum:)
Ve Sütlaç aynı benim gibi uyuyor, kafası bir kolunun üzerinde vaziyeti:) Benim kedim de değil ki bu kadar bana benzesin:)
Seni sevmeme rağmen bir daha aşı günlerinde seni görmesem daha iyi olacak:) Biliyorum istemeden oluyor ama tırnakların azıcık tırmalıyor:)
Ve son olarak uyusun da büyüsün Sütlaç...

Ordan burdan...


Karışık bir kaç satır yazmak istedim, yine kısa yazacağım diye başladım ama biraz sonra ne duruma gelir bilemiyorum:)

* 4 Nisan 2010... Bir yıl daha büyüyen birine kendimce bir şeyler yapmaya çalıştım. Onun gözünde yine başarılı olamadım biliyorum. Ama artık ben de başarıyı aramıyorum, arayamıyorum belki de. Hep aynıysa her şey, ne yapsam olamıyorsa bu sözlerle seslenmekten başka çarem de kalmıyor...

" Kağıt evler içinde ateş yakmak gibi ısınmak için.
Sana gelmek böyle işte...
Parçalanmak milyon kere.

O iğne sessizliği
Bir terzi ağındaki sensiz olmak böyle işte... Niye böyle niyee??

Ah olmuyor, ne yapsam olamıyor...
Hep buzlu yolların, yürünmüyor, yürünmüyor.. "

Ve ben de o buzlu yollarda yürüyemiyorum artık...

** Tek başıma sürdüğüm bu hayatın kapalı kutuları ardında yaşamaktan çok sıkıldım artık.

*** Fikirsiz, sorgusuz, ilgisiz, duyarsız, duygusuz yaşamdan şimdilik sevgiler....
NOT: Bu şahane pasta da yine benim aldığım doğum günü pastasıydı. Bir şahaser, büyük halini bulamadığım için bunu paylaşmak durumundayım. Aynı zamanda Özsüt'ün bu ayki gazetesinde burçlara göre kimin hangi pastayı sevdiğine yer verilmişti. Benimki de yani balık burcunun pastası için şöyle der; tutkulu balık burçlarının pastası ise Özsüt'ün aynasıdır...

29 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Başı...

* Bütün sinir sistemi bozuk ve uykusuz bir şekilde bir haftaya başlamak ne derece kötü tahmin ediyor olmalısınız. Şuanda bunu fazlasıyla yaşıyorum. Zaten gecenin bir yarısı uyumuşken, sabahın erken saatinde uyanmaya mecbur tutulmak ne berbat bir duygu... Neyse ki ayaklanmaya kalktığım an bütün sesler kesilmişti. Ben nelerle uğraşıyorum, insanlar neyin derdinde! Kim bilebilir ki benim içimde neler yaşadığımı, kim bilebilir ki bu zorlu yolda ne mücadeleler verdiğimi, kim bilebilir ki ne derece yorgun olduğumu... İnsanlar yalnızca aptalca konuşup dursunlar... Hiç kimseyi ne çekecek, ne de dinleyecek durumda değilim! Ama susmayacağım artık, içimde sakladıklarımı ne pahasına olursa olsun haykıracağım bende! Ve bir süre konuşmayacağım, kararlıyım!

** Ay ay ay benim küçük meleğim sözlenmiş mi:) O bu satırları okumuyor ama ben yine de paylaşacağım... Cuma akşamıydı... Ciddi bir hazırlık sonrası misafirler gelmişti. Neyse kahveler, kanepeler, börekler, kurabiyeler ve daha sayamadığım bir sürü şey, he tabi bir de o mükemmel pasta... Aşçılıktan makyözlüğe terfi eden ben, en son da foto muhabirliği görevini üstlenmiştim. Hala çektiğim o mükemmel kareler elime geçmediği için burada paylaşamıyorum. Ama en kısa zamanda birini paylaşabilmeyi diliyorum:) Tabi gelin hanım ve damat beyden izin almam gerekebilir... Çok keyifli olan gece, takılan yüzükler ve kesilen pastayla daha bir renklenmişti sanki... Eee damat beye götürdüğüm tuzlu kahveyi de unutmamak lazım. Hesabını soracakmış... He o biraz zor tabi:) Sonra damat beyi kenara çekip, kızımızı alması için bana da katlanması gerektiğini ve geleceğim konusunda kolları sıvaması gerektiğini söyledim. Malum yaş 35 hikayesini onunla da paylaştım:) Benim gibi bir deliyle uğraşamayacağını anlayınca hemen razı oldu tabiki. Bir de bize unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşattı kendisi. Her ne kadar isteklerime yer veremiyor da olsa keyifliydi. İkisine de şimdiden ömür boyu mutluluklar diliyorum ve Allah tamamına erdirsin diyorum... Gözlerinizdeki parıltı hiç solmasın.

*** Ben mi, ben mi ne olacağım? İşte bunu şuan için ben bile bilmiyorum ki burada paylaşayım... Değerlendirilmesi gereken onca şey varken mutsuzluğun içinde kaybolup gideceğim sanırım, bundan korkuyorum ama elden gelen bir şey de yok:(

26 Mart 2010 Cuma

Annemin Rüyası ve Freud


Sabah gözlerini açan annem, bana baktıktan sonra bir iki cümleyi ard arda söylemişti... Yani neden ki? Bilinçaltı olsa bile annem rüyasında neden böyle bir şey gördü ki...!

" Psikoanalizin kurucusu Sigmund Freud rüyaları bilinçaltına giden bir kral yolu olarak tanımlar. Ona göre toplumsal baskıyla bilinçaltına ittiğimiz tüm duygu ve düşünceler uyku sırasında ortaya çıkar. "

Annem için de öyle olmuş olsa gerek...

Bugüne pek iyi başlamadım, hala pek toparlandım sayılamaz... Ama bu gece güzel bir gece olacak. Sevgili kardeşimin yuvadan uçması yolundaki ilk gece bugün yaşanacak. İçimde öyle garip hisler taşıyorum ki! O gidiyor, bu gidişe nasıl alışırım bilmiyorum. Sanki her şey başkalaşacak gibi... Bir kaç duyguyu bir arada yaşıyorum...

" Sanki onu yitirecek gibiyim, görüşemesek de, konuşamasak da her zaman o orada öylece durmalı ve 35'e kadar beni beklemeliydi sanırım ( anladın sen :) ) "

" Bu kadar kısa sürede baş koyulan kocaman bir yol ve elini taşın altına koyan bir insan duruyor karşımda! Ve ister istemez insan bir irkiliyor, bir silkeleniyor! Ben ne yapıyorum .... diyor! Ya o insanlar, onlar bu kadar kısa sürede hayatın neresindeler diyiveriyor insan! Dön bir kendine bak, bir aynanın karşısına geç be küçük kız... Neler neler değişmiş hayatında. Gözaltında çukurluklar oluşmuş, alnındaki kırışıklıklar kendini göstermeye başlamış, oysa sen daha gençliğinin en başında değil misin? Öylesin elbet, öyley(din) elbet!

İnsan hem kendini, hem de bir çocuğu aynı anda büyütemiyormuş, bunu öğrendim ve ben büyütemiyorum. Çocukça şeylerle uğraşmak zor geliyor artık bana! Artık ciddi adımlar ve uzun yollar görmek istiyorum karşımda! Ve kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum, endişeliyim ve hayatımın sonrasını görmeliyim... Karanlık bir yolda tek başıma olmaya tahammülüm yok artık! "

Bir yanım öyle eksik ki... En çok da ben eksiliyorum. Bugünlerde Sevgili A.'a yine çok fazla hak veriyorum. Ne de haklıymış meğer... Ve ben o zamanlar anlayamamışım. Gerekçe değil, bahane buluyor sanmıştım. Bunun için çok üzgünüm, sana haksızlık etmişim. Evet insan eksildiği için gidermiş, ben artık tam olmak istiyorum diyerek veda edebilirmiş. Her gün biraz daha eksiliyorsa, mutlu olamıyorsa, korkuyorsa, kendini yalnız hissediyorsa gitmeliymiş... Ve sen inan bana en doğrusunu yapmışsın. Kimsenin yapamadığını sen gururla karşıma geçip yüzüme söyleyerek yapmışsın!

Son olarak; elimi uzattığım her şey batıyor sanki, adım attığım her yol karanlık bir çıkmaz sokak gibi... Ben gidiyorum, bilmiyorsun...



22 Mart 2010 Pazartesi

Bu da ne ki şimdi...

İnsan her gün işten eve dönerken aynı kaldırım taşına basar mı? Ben basıyorum...

O kırık kaldırım taşıyla her gün irkilir mi? Ben irkiliyorum...

Her gün yarın basmayacağım derken yine istemeden de olsa yine o kırık taşa basar mı?

Demek ki yapabiliyormuş...

Belki bu da bir işaret...

Dağlar Gibi Dik Dur, Sular Gibi Ak!


Stres ve Maneviyat Üzerine Düşünceler...
Yeni bir kitap okumaya başladığım bugünlerde üzerimde bıraktığı etkiyi de paylaşmadan edemedim.

'Stres çağındayız. Alametleri her yerde, bakışlarda ve konuşmalarda... Üstesinden gelmek için elimizden gelen gayreti göstermemize rağmen stres fırtınası dinecek gibi görünmüyor…'

Bu kitabı okumam şöyle oldu aslında... Kendi kütüphanemde duran bir kitabı babamın farketmesiyle oldu. Bir şey alırken babamın gözüne kitabımın ismi çarpmış; Dr. Brian Luke Seaward'ın bir kitabı: " Dağlar Gibi Dik Dur, Sular Gibi Ak " ... Ve ismini çok beğenen babam kitabı alarak okumaya koyulmuş. Çok kısa zamanda bitirdikten sonra benimle yorumlarını paylaştı. Sen okudun dimi bu kitabı diye başladı sözlerine... Hayır dedim.. Ben de sen tavsiye üzerine okudun diye düşünmüştüm dedi. Hani sen biraz fazla streslisin ya, yani sanki tam seni anlatıyor gibi değişik cümleler kurmaya başladı:)
Babamın ardından okumaya başladım ve içinde kendi bulduğum o kadar çok satır var ki... Ufak bir kaç alıntıyı da paylaşmadan edemeyeceğim...

" Dün geçmiş, yarın gelecektir, fakat bugün bir armağandır. İşte bu yüzden biz ona şimdi diyoruz... "

" Her sıkıntının avucunda bir armağan vardır. Sıkıntı ararız, çünkü armağan isteriz. "

" Sizi kızdıran, sizi fethetmiş demektir "
Elizabeth Kenny

Huzur Duası diye bilinen bir duayla son vereceğim satırlarıma, kitabım bittikten sonra da bütün görüşlerimi buraya aktaracağım...

" Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için gerekli huzuru, gücümün yettiklerini değiştirme cesareti ve bunları birbirinden ayıracak aklı bağışla! "

12 Mart 2010 Cuma

Biliyordum...

Bu performans beni çok yordu, biliyordum...

Derince çektiğim ah gerçek oldu, biliyordum...

Aşk darbelere maruz kaldı, biliyordum...

Prensesin düşleri yıkıldı, biliyordum...

Büyü bozuldu, saray yıkılmak üzere....

BİLİYORDUM....

Bütün bunları senin de bildiğini,

BİLİYORDUM....

Gitme...

"Gitme desem canım
Kalır mısın benimle
Gitme desem canım
Sever misin benimle"

Ümit Sayın'ın sözlerini yazdığı bu şarkıyı en çok Tarkan yorumuyla biliyor olmalısınız. Benim de hatırımda kalan daha çok bu yorum... Ama bir de Emel'in yorumu var ki... Nasıl da insanın ruhuna hitap ediyor... Ki zaten Tarkan Emel'den sonra seslendirmişti... Sabah sabah bütün bunlar nerden çıktı ben de bilmiyorum:)

Bugün yine bir felaketi beraberinde getirecek biliyorum, bir kaç saat sonra bunu yaşayacağım. Ama bu durumda ne yapmam gerekir, bunu bilsem yapıyor olurdum... Olması gereken herkesin üzerine düşeni yapıyor olması, ama yine bu yapılmayacak, biliyorum. Üzgünüm ama elimden bir şey gelmiyor...

Bir iç çekiyorum şuanda, derin bir nefes alarak...

1 Mart 2010 Pazartesi

İkilem...

Nasıl bir ikilem bu...

Birini yapsam, diğeriyle her şey kötüleşecek. Ki zaten birini yapmamak gibi bir lüksüm yok, mecburiyetten benden isteneni o şekilde yapmak zorundayım...

Birinden birini seçmek zorunda olsam; hiç düşünmem, yani kalbim düşünmez... Ama mantığım da tek bir an bile düşünmez... İkisi de yapacağını yapar ve bu ikilem daha da artar. Her şey daha da zorlaşır...

Şuanda bildiğim tek şey; gerçekten sıkıştım, hem de çok fena sıkıştım...

Kısa Hayatlar...

Hayat öyle kısa ki...

Yapmam gerekenleri gözden geçirdiğim bugünlerde kafam daha bir karışık...

Kış biterken, birden kış geldi sanki yüreğime...

Hayatımda ilk defa yaşadığım duygu bu; kendimi olduğu gibi, kendimi kendim gibi ifade edememek... Öyle canımı yakıyor ki...

" Ben senin gördüğün, tanıdığın o kız oldum mu acaba hiç? "

Böyle bir şey düşünüyor olmak bile çok acıydı biliyorum, ama hayat bazı şeyleri mecbur kılıyordu. Çünkü o kadar kısaydı.

Yitirdiklerimin fazlalığı artık daha bir üzüyordu beni...

Zaten keyifsizdim, birden varolanı da yok oldu... Bu hayatta nerde yanlış yapıyordum, bu bitmeyen bedel neyin bedeliydi?

.....

25 Şubat 2010 Perşembe

Dün Bugün Dediğim, Bugün Yarın Oldu!

" Dün bugün dediğim, bugün yarın oldu... "

Bugün kendi kendime söylediğim bu söz ne kadar da doğruymuş meğer...

Büyük üstad İ.S bir şiiri kendi sesinden ulaştırmıştı kulaklarıma...

" Öylesine Sevmiştim "

Bu küçük yaşta yok dediğim yaralarım vardı elbet...

Ve ardından hayatımıza geç kaldığımız bir şey daha eklediğin için sana sonsuz teşekkürler...

Dünüme gelen hüzün, yarınıma mutluluk getirsin dilerim...

Son umudumu dün gece 12.00'de birinin avuçlarına bıraktım...

Pastasız, mumsuz ve umutsuz...

24 Şubat 2010 Çarşamba

24 Şubat...

Bugün farklı bir şey yapacağım ve kısa ama iki kere içimden geçenleri paylaşacağım...

Şu saate kadar beklediğim şeylerin istemediğim şekilde gerçekleşmesi üzdü beni... Ama yine de bir şeyler olmalı gün bitmeden...

Yeni bir yaş, yeni bir yılı da beraberinde getirir umarım. Saat oldukça geç olmasına rağmen umutsuz da olsam bekliyorum yine de... Belki kapalı olan telefonun akşam bir telafi olur diye.

Kendime mutlu yıllar:)

Çıkışa 5 kala...

18 Şubat 2010 Perşembe

Veee 14 Şubat...




Her gün birbirinden kötü başlıyordu, yine böyle oldu. Fazlaca hırpalanmıştım, geçmişin yaraları kapanmadığı sürece de daha çok hırpalanacaktım, biliyorum...

Kırmızı güller anlamını kaybediyor, saç tellerim montumun üzerini kaplıyordu. Yara üstüne yara geliyordu ve ben kıvranıyordum. Gün birden bizim için tersine dönmüştü sanki. Evet her şey bu sevdayı taşıyan iki insandaydı...

Koşar adım eve geldim, özenle hazırlandıktan sonra, o anda olsa bana hayran olan, sevgi dolu, nazik, saygılı ve aşık bir sevgili duruyordu karşımda. Geçen sene bugünü kutlamak için gitmek istediğim o muhteşem yere gitmek bu seneye kısmetmiş.

Karşımda büyük aşkım, güzel bir masa, mükemmel bir orkestra, romantik bir akşam yemeği ve muhteşem aşk şarkıları ile kutlanmaya başlanan o muazzam gece... Sevgililer günü... Bütün romantizmiyle devam ediyordu. Hele bir an vardı ki; romantizm doruk noktasına ulaşmıştı, o güçlü ses sayesinde... Birbirine bakan bu iki aşık, o atmosferin büyüsüne kapılmış olacak ki, bacaklarında serili duran peçetelerin yere saçılmasını bile farketmeden ayağa kalkmışlardı. Birbirinin kollarında yaşanan o anın bir tarifi olsaydı şuan yapıyor olurdum. Biliyordum, bu duygu aşktı. Mutluluktan çok acı da verse bu duygu aşktı...

Vee o muhteşem hediyem ve bu özel geceyi yaşadığım mekan... Paylaşmasam olmazdı...
1 sene sonra nerede, ne yapıyor oluruz acaba düşüncesi şimdiden zihnimi kapladı...

Güzel ve aşk dolu günlere...
Sevgilerle...

13 Şubat 2010 Cumartesi

Özetle Hayatım

Uzun zaman oldu yazmayalı, daha doğrusu yazamayalı. Evden yazıyor olmak da garip geldi. Ama içimi bir yerlere, bir şekilde dökmezsem rahatlayamazdım. Ve koyuldum yazmaya...

Geçirdiğim rahatsızlık ve hastane koşturmacaları, arkasından yoğun iş temposu derken eve gelince yorgun düşen ben, değil bilgisayar görmeye, oturmaya bile vakit bulamıyordum, ne isteğim oluyordu, ne de halim... Neler geçti neler bitti bu zaman içinde... Özetle geçmeye çalışayım:

Güzel bir haber aldım, güzel bir başlangıcın sonu da hayır olur insallah... Bir tanecik kardeşim, canımın diğer yarısı dediğim güzel dostum... Hayatı için yaşından büyük adımlar atmış. Ve kendini muhteşem koşturmacalar arasında bulmuş. Bu olay beni öyle derinden sarstı ki... Evet tebrik ettim, tabi ki mutlu oldum. Ama içimi acıtan, canımı yakan büyük bir şey saplandı yüreğime. Sanki biz görüşemesek de o hep durduğu yerde durmalıymış gibi aptalca bir histi benimkisi. Her şey başkalaşırsa diye ürkmüştüm, öyle de olacaktı biliyorum. Sonra kendimi, kendi hayatımı ve olması gereken, fakat bir türlü olamayan bir çok şeyi düşündüm... Silkelenmem gerektiğini anladım belki de, ama bunu da tek başıma yapamıyordum.

Kafamda oturtamadığım o kadar çok şey var ki. Ve bununla birlikte artık hayatımı netleştirmek istediğimi farkettim. Görmek istediğim bir geleceğim vardı. Gelecek kaygısını bu kadar yoğun yaşadığımı ilk kez farkettim. Evet endişeliydim. Geçen yıllara rağmen hayatımı bir düzene oturtamadığım için, geleceğin endişesini yaşıyordu kırgın kalbim... Kırgın diyorum çünkü kırdığımdan fazla kırılmış bir yüreğim vardı. Geçen yıllara inat geçeceği yerde gün be gün biraz daha artıyordu... Ve ben çok üzgündüm. Ama en kötüsü de üzgün olurken bile yalnızdım. Geçecek biliyorum, umudumu hala yitirmedim. Ama geçerken beni, bizi bitirirse ve o dediği gibi gerçekten gittiyse diye korkuyordum....

Bugün ve yarın için düşünülen onca güzel plan alt üst olursa, her şey daha da berbatlaşmaz mıydı? Şimdi aklımdaki en yoğun düşünce bu. 14 Şubat unutulmamıştı, bunu dün aldığım, bana gönderilen o güzel sürprizle görmüştüm. Onun fotoğrafını burada elbet paylaşacağım. Lakin o güzel günün gelişini bekliyorum, yarın hala güzelliğini korursa tabi... Muhteşem bir sürpriz, yerinden çıkacak kalp atışlarına sebep olmuş, gözlerime ışık, yüreğime umut olmuştu. Ama sonrasında saatlerce gözüm dalınca ve gelişiyle beni mutlu etmek yerine, üzdüyse o büyük anlam, anlamını yitirmez miydi? Ardından yaşlı bir çift göz bırakıp kendini gecenin karanlığına atan sevgiliye sesleniyorum kendimce, o bunu bilmeyecek biliyorum. Ki zaten dün gece ona seslenemediğimi bir kez daha anladım...

Saat gün ortasını çoktan geçti... Şimdi gün sonrası başlayacak, umutsuzca geceye açılan o kapıyı bekleyeceğim.

26 Ocak 2010 Salı

Evet Yaşıyorum...

Kendimi mutlu sandığım anlarda bile mutlu olamadığımı farkettim dün gece... Yalnızlık yakamı bırakmıyordu... Herkes bir takım cezalar çeker, ama kimsenin mahkumiyeti yıllar sürmezdi. Büyük suçları olan insanlar bile günün birinde dünyaya dönerdi, bir tek ben dönemiyordum. İnsanın geriye dönüp hayatını değiştirme şansı olmuyordu. Bir gün göklere çıkarken bir gün yerin dibine girersin. Her şeye rağmen, tüm söylemlere, tüm yapılanlara, tüm süregelen hayata rağmen öylece durursun. Her gün yeniden umuda doğru yolculuğa çıkıp, elin boş dönersin. Yine yas başlar, yine gözyaşı... Her gün yenilendiğini sanar, ama her gün biraz daha eskirsin. Bir şarkı duyar, unutursun her şeyi, ondan gelen bir şeyi beklerken bile kalbin yerinden çıkacak gibi atar. Ne ilk günün sevgisi biter, ne kanat çırpışı yüreğin... Mutsuzluk ise hiç bırakmaz yakanı, ardın sıra sayıklıyor geceleri... Başkalaşmış insanların, başka hayatları olursun. Sen kendin olmuyorsun aslında, üstündekiler senin olmuyor, saçların, ellerin, gözlerin senin olmuyor. Seçilmiş bir kaftan içinde bir hayat sürüyorsun. Ve bir bakıyorsun sen sen olmaktan çıkmışsın...

" Yaşamak buysa sevgilim, evet yaşıyorsun "

" Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım,
Bir haykırsam belki duyulur sesim,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.
Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm,
Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. "

En son üniversite yıllarında kantinde avaz avaz söylediğim şarkıydı, şimdilerde yeniden kulaklarımda...

22 Ocak 2010 Cuma

16 Ocak'tan...







Günlerdir yazacağım ama fotoğraflar elimde olmadığı için erteleyip durdum bugünü...

Her anının birbirinden güzel olduğu, kısa ama özel bir yolculuktu. Tüm hazırlıklar yapılmıştı. Sabahın erken saatlerinde koyulmuştuk yola... Soğuğa ve yağan kara aldırmadan yol alıyordu otobüs. Benim gözüm ise dağa yaklaştıkça düşen derecedeydi. En nihayetinde artık gelmiş ve kayak takımlarımızı da alıp acemice dağda yuvarlanmaya başlamıştık. Nereden mi bahsediyorum, tabiki Uludağ...

Evet çok kar gördüm, karda dışarda olmayı sevmiyorum. Kayıp düşmemden belki de ama sevmiyorum işte. Hele o karın buza dönüşmüş hali. Off ben mümkün değil dışarı çıkamam. Ama Uludağ'da hiç böyle değil, o kadar kayak yapılmasına rağmen mükemmel bir karı var...

Eee sucuk ekmek de oranın olmazsa olmazlarından. Bir de teleferiklerini unutmamak gerekir. Nasıl güzel, nasıl değişik bir atmosfer bu bilemezsiniz...
Karlarda yuvarlanmak, kızakla, kayakla kaymak, kar topu oynamak, sıcacık bir şömine kenarında ısınmak, sucuk ekmek yemek, sıcak şarap içmek, teleferiğe binmek, üşüdüğün zaman sımsıkı sarılabilmek, dönüş yolunda Bursa'dan kestane şekeri almadan geri dönüş yoluna çıkmamak... Bunlar için olsa da bir olmasa da bir diyemeyeceğim. Çünkü mutlaka olmalı, mutlaka yapılmalı. Ve hatta mümkünse bir gece konaklanmalı...

Yine, yeniden başka yolculuklara...