26 Nisan 2010 Pazartesi

Eski Defterlerden Alıntılar...

Beni tarihini, gününü, hangi derstte olduğunu dahi hatırlayamadığım üniversite yıllarıma götüren sevgili dostuma öncelikle teşekkürlerimi sunuyorum... Senin yazına bir karşılık belki de, ben de eski defterlerimi ve kitaplarımı incelemeye başladım bir garip heyecanla...

Aşklar, beğeniler, derstten sıkılmalar, kaçamaklar, arasına ilişmiş ders notları, doğum günüme çağırmayı planladığım insanların listesi, kitapların ilk sayfasında quiz, vize, final notları, düğün davetiyesi...

Sevgili dostum ledorita, senin bloğun bu satırları yazma sebebim oldu, biliyorum ki sen de bu satırları okurken fazlasıyla gülümsüyor olacaksın...

Bir kaç alıntı yapacağım o satırlardan...
E: Kızımmm sağdan, soldan daral geliyor, artık bu şirketten çıkıp ara versek diyorum:P
Ç: Off ya sıkıldım...
E: Sence sıkılmamın nedeni nedir?
Ç: Adi şirketler, adi bunlar işte ne beklersin. Ben de sıkıldım ve sinemaya gitmek istiyorum:(

* * *
Yazıcı iki gündür yok. Hayret çok geri kalacak.
He ya...

* * *
E: Ne diyordum kendi içinde ya da dışında saçmalamaksa, galiba artık içimde fazlasıyla dışımda da saçmalar oldum, hoca bile farkettiğine göre:(
Ç: Evett:)
E: Bu sene ne güzel hep erken çıkıyoruz, farkında mısın? Geçen yıl 8'den erken evde olamıyordum.
Ç: Evet çok iyi oldu böyle:)

Önümüzdeki günlerde daha başka projelerle sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyarım:)

20 Nisan 2010 Salı

Son Söz...

Düşünmek, yorulmak, ümid etmek ve hepsini birden kaybetmek...

Bir şarkıyı defalarca dinlediğim bugünlerde buraya da yazmadan edemedim...

"Şimdi sil baştan yaşanırmı hayatım
Yoksa sonuna varıp noktayı mı koysaydım
Bu gece çok karanlık olmaz olası bir zamandayım
Kaybolsam bulunmasam bir daha
Sormasa kimse seni anlatmasam kimseye

Bana yaptığın herşeyi
Silebilsem seni daha öncekiler gibi ah çok zor
Yandı gönlüm yandı yandı hem hiç yanmadığı gibi
Kül olupda savruldum ama o son sözün kafi geldi... "

Şuanda istediğim şey bu olsa gerek; kaybolsam bulunmasam bir daha...

Belki de ilk defa buraya yazdıklarımın okunduğu kaygısını taşıdım, yoksa okuduğum kitapla ilgili bilgiler nasıl bilinirdi? Hem de bildiğim sevgili dostum tarafından değildi bu okunuş, bu sadece bir tahmin de olsa güzeldi ...

15 Nisan 2010 Perşembe

Küçücük bir miktar para...

Çok garip bir başlık olduğunun ben de farkındayım...

Geceydi, belki de akşam ama bize gece gibi geliyordu. Birden başkalaştı her şey. Öfkem yerini heyecana, hüznüm yerini mutluluğa, gözyaşlarım yerini kahkahalara bırakır oldu, kırgınlığımı bile unutturdu o şey... Neden mi bahsediyorum? Küçücük bir miktar paradan... Kulağa nasıl da komik geliyor öyle değil mi? Ama tam vedalaşmışken bizi bir araya getirdi. Ve her şeyi bir kenara bırakıp, bizi gece vakti bir çılgınlığa sürüklerken, mutlu olmamızı sağladı ve birbirimize olan sevgimizi hatırlattı... İstikamet; Altunizade:)

Dün sabah ise öyle hoş bir şeye tanık oldum ki, hayat vardı. Biz büyükler için de, yeni doğmuş bir bebek için de bir hayat mücadelesi, istekleri, duyguları, düşünceleri vardı... Sabah sabah bunu gözlemledim... İşe gitmek için yola koyulmuştum. Çoğu sabah olduğu gibi büyük park yine hayvanlarını gezmeye çıkarmış insanlar sayesinde oldukça yoğun anlarını yaşıyordu. Ben de genelde o parkın önünden yürür, giderim. Dün sabah da aynı kaldırım üzerinden yürürken bir bebeğin golden retriever cinsi kocaman bir köpeğin peşinden nasıl koştuğuna tanık oldum. Nasıl da tatlı, nasıl da güzel bir görüntüydü. Küçük bebek, kim bilir kafasında nasıl bir düşünceyle, nasıl bir sevgiyle o köpeğe koşuyordu. Tabi sonra köpek hızlanınca, sahibi de onun arkasından gidince bebek daha fazla koşamadı, yetişemedi. Annesi yakaladı sonunda ve bizim minik bebe kendince bir şeyler anlatmaya çalışarak ağlamaya başladı... Ayy ayy ayy içim gitmişti...

Şimdi sinirliyim aslında ama çaktırmıyorum, bu yüzden de yazmaya verdim kendimi, belki az da olsa sakinleşirim diye... Bir kaç saat sonra daha fena bir hal almaz umarım bu durum... Şimdilik bu kadar... Hafif müzik eşliğinde işlerime dönme zamanı...

6 Nisan 2010 Salı

Sütlaç


Bu kedicik de çok minik, çok şirin. Yeni doğmuşken alınmış, 45 günlükken ben gördüm. Şimdilerde de 65 günlük anca olmuştur. Adı da Sütlaç... Ben ki kedi sevmeyen bir insan olarak Sütlacı çok seviyorum:)
Ve Sütlaç aynı benim gibi uyuyor, kafası bir kolunun üzerinde vaziyeti:) Benim kedim de değil ki bu kadar bana benzesin:)
Seni sevmeme rağmen bir daha aşı günlerinde seni görmesem daha iyi olacak:) Biliyorum istemeden oluyor ama tırnakların azıcık tırmalıyor:)
Ve son olarak uyusun da büyüsün Sütlaç...

Ordan burdan...


Karışık bir kaç satır yazmak istedim, yine kısa yazacağım diye başladım ama biraz sonra ne duruma gelir bilemiyorum:)

* 4 Nisan 2010... Bir yıl daha büyüyen birine kendimce bir şeyler yapmaya çalıştım. Onun gözünde yine başarılı olamadım biliyorum. Ama artık ben de başarıyı aramıyorum, arayamıyorum belki de. Hep aynıysa her şey, ne yapsam olamıyorsa bu sözlerle seslenmekten başka çarem de kalmıyor...

" Kağıt evler içinde ateş yakmak gibi ısınmak için.
Sana gelmek böyle işte...
Parçalanmak milyon kere.

O iğne sessizliği
Bir terzi ağındaki sensiz olmak böyle işte... Niye böyle niyee??

Ah olmuyor, ne yapsam olamıyor...
Hep buzlu yolların, yürünmüyor, yürünmüyor.. "

Ve ben de o buzlu yollarda yürüyemiyorum artık...

** Tek başıma sürdüğüm bu hayatın kapalı kutuları ardında yaşamaktan çok sıkıldım artık.

*** Fikirsiz, sorgusuz, ilgisiz, duyarsız, duygusuz yaşamdan şimdilik sevgiler....
NOT: Bu şahane pasta da yine benim aldığım doğum günü pastasıydı. Bir şahaser, büyük halini bulamadığım için bunu paylaşmak durumundayım. Aynı zamanda Özsüt'ün bu ayki gazetesinde burçlara göre kimin hangi pastayı sevdiğine yer verilmişti. Benimki de yani balık burcunun pastası için şöyle der; tutkulu balık burçlarının pastası ise Özsüt'ün aynasıdır...