16 Aralık 2009 Çarşamba

Düşünceler Durağı...

Bir kaç not ileterek mesai saatini bitirmek istedim...

- Kardeşime yaptığım mükemmel sürpriz sonrasında, buz tutmuş minik bebeğimin gözyaşlarının o güzel sürmeli gözlerinin dışına çıkmak üzere gördüm ya ne mutlu bana... Ama ama, bu hayatımda yaptığım en zor anonstu. Gerçekten tarifi olmayan bir duyguyu, en kıymetlimi anlatıyor ve ona yeni yaşında mutluluklar diliyordum. Heyecanımı anlatmam olanaksızdı. Mutlu yıllar en kıymetlim....

- Hani bazen insan mükemmele yakın olur ya, dört dörtlüğü aşar varsa dört beşliği ona ulaşmak üzere olur ya... İşte ben öyleyim.. İki kişilik olan hayatımı hiç bir zaman tek başıma yaşamadım, ama hep tek yaşatıldım. Kim neyi hakediyorsa sözünü şimdi uyguluyor olsam her şey yine başkalaşacak biliyorum. Varsın başkalaşsın diyesim geliyor; ama onu da yapamıyorum. Şeytan diyor ki;.... bu noktaları ben içimden dolduruyorum. Gerçekten de bunları söylüyor...

- Tanrım tek başına koyma kulların...
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın...
Eşsiz dostsuz kalanın zordur halleri...
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın...

Nerden esti ben de bilmiyorum, şuanda dinliyor olmamdan olsa gerek:)

- Ve galiba damarıma basıldı ve toparlanamayacak yaraların startı veriliyor...

Ve ben yine çok üzgünüm...

10 Aralık 2009 Perşembe

Geç Kalmış Sürprizim...


-İş, güç, yoğunluk derken sürprizim gecikti, bunun için üzgünüm... Şimdi çok kısa iş arasında paylaşmam gerekenleri paylaşayım...
- Hafta sonu hayatımda bir ilki gerçekleştirdim. Vee balığa gittik biz, balık tutmaya... Hayatımda ilk kez eline olta alan bir insan olarak hiç fena değildim. Ne ağırmış meğer o olta, bir müddet sonra kol kaslarımda ağrı hissetmeye başladım... Ama nasıl keyifli, nasıl keyifli... Acemi şansı denen sözün gerçek olduğunu bir kez daha anlamış bulunmaktayım... Önce ondan bahsedeyim, bu olta nasıl atılır derken ve ben onun balık tutma mücadelelerine kahkahalarla gülerken oltasına takılan balıklar gerçek olamazdı... Şaka gibi ama tam 5 tane balık duruyordu... O anı görüntüleyemediğim için üzüldüm ve balıkların kovadaki haliyle idare edeyim dedim...
-Rumeli Hisarı, Sarıyer derken kendimizi Galata'da bulduk... Vee sıra benim oltama takılan o bir tanecik balıktaydı. Nasıl mutlu oldum, nasıl... En son balık tuttum diye çığlık atmaya başladığımı hatırlıyorum:) Benim balığım dimi, ben tuttum diyordum:)
-Vee sonra yavaş yavaş evin yolunu tuttum, hava soğuktu, yağmur da başlamıştı, uykum da gelmek üzereydi....

8 Aralık 2009 Salı

Üzgün şeysi...

Dün işten çıkmamın son dakikalarında bu sayfayı kapatmak zorunda kaldım. Dolayısıyla bugün de başlangıcı yapayım dedim.

Mutlu değilim, ama öyle gözüküyorum. Aslında aklımdan öyle çok şeyler geçiyor ki... Belki yapmam gereken de bu. Ama susuyorum, ama bekliyorum, ama yapmıyorum...

Bu bir tesadüf olsa gerek... Herkeste kış ortasında bir güneye inme telaşı. Bazısı yolda, bazısı gitmiş bile... Olimpos mu:( Ama niye ki sevgili dostum, oysa bütün yaz boyunca oraya ben de gitmek istememiş miydim:( Bir diğeri uçaktan iner ve ufak bir seyahate çıktığını söyler... İçim gitti, evet evet içim gitti...

İşteyim, ama henüz hareketin başlamadığı bir sabah. Çay ve gazete eşliğinde güne başlamak üzereyken zamanımı en güzel şekilde değerlendirmeye başladım bile...

Hem günün ilerleyen saatlerinde belki size bir sürprizim olabilir... :)

26 Kasım 2009 Perşembe

Son İş Günü...

Yine uzun zaman olmuş ben bir şeyler yazmayalı. Aslında bir şey olmadığından değil, vakit bulamadığımdan...

Mesai bitti, yani yarın bayram olduğu için bugün yarım gün çalışmamız lazım. Ama saat itibariyle tam güne doğru ilerliyoruz.

Biraz sakin, biraz sinirli, biraz yoğun, biraz da rahatım aslında... Ama tuhaf olan şu ki; yine bu saçma duyguya kapıldım. Şuan burda olmamalıymışım gibi... Ne yazık ki hala burdayım...

Ve mor başlıklı kız çocuğu kafasından yapılmış bir bayram hediyem var.... Bu durumda biraz mahçup oluyorum; ama bunu da küçüklüğüme vereceğim:)

Ses 1-2 derken bu sefer kendimce saçmaladım, oysa ki hazırlandığımı sanıyordum, olmadı:(

13 Kasım 2009 Cuma

Starbuck ve Havuçlu Tarçınlı Kek


Veee başlıkta da yazdığı gibi saniyelerle mücadele ettiğim anda bu satırları yazmamın sebebi; white caffe mocha ve havuçlu tarçınlı kek... Dün benim için alınan bu ufak hediyeler beni öyle mutlu etti ki, yazmadan edemedim. Tüm günü sadece onları yiyerek geçirdim... Delirmiş olmalıyım:)

Kötü biliyorum ama elimdeki telefon imkanlarıyla bu ikiliyi ancak bu kadar görüntüleyebildim.... Rengiyle oynayacak vaktim olmadığı için olduğu gibi koymak durumunda kaldım.

İşte favori iki yiyeceğim bir araydı ve bende mutluluk drajesi:)

Çok çok teşekkürler:)

6 Kasım 2009 Cuma

Benim bitanecikkk...


Aradaki farkı kapatmak gibi bir çabam yok, pek erken bir saat yazmak için bunu da biliyorum ama içimden geldi ne yapayım:)

Sabah sabah duyabileceğim en güzel ses ve ondan gelen ezgilerle uyandım...

- Benim bitanecikkk.....
Gerisini yazamicam özel:) Gerçi çok uzun değil ama o kendince bu satırları melodik hale getirince çok keyifli oldu. Biraz hastalıktan, biraz uykusuzluktan gözünü açamayan bir insan olarak böyle bir sesle uyanmak nasıl güzeldi... Ufacık bir şey; ama beni mutlu etmeye yetti bu şey:)
Yaşasınn...

5 Kasım 2009 Perşembe

Bir kaç şey...

Evet ben istemeden ya da farkında olmadan seni aylık yaptım, resmen aylık oldu ama o kadar yoğunum ki son zamanlarda... Gündüz işteki bitmek tükenmek bitmeyen yoğunluklar, yemek yemeye fırsatımın olmadığı bir iş temposu içinde boğulmuş durumdaydım. Derken hayatımdaki önemli değişikleri içimde yaşamak durumunda kaldım... Geride bıraktığım şu zamanlarda çok ama çok güzel bir şey oldu, yıllar önce hayatımın dönüm noktası olan bu olay yine öyle oldu. Unutmam ama yine de yazılı bir kaynak göstermek adına o güzel tarihi belirtmek istiyorum; 20 Ekim 2009... Ömrün geri kalanında hep birlikte mutluluklar:)

Birazdan starbuckstan alınmış bir havuçlu tarçınlı kek yiyeceğim için bir mutluyum ki sormayın. Vee sütlü nescafemi de söylemiş bulunmaktayım. Hee bu arada ben yaptım geçenlerde kek, süperdi aslında, ama gelin görün ki şu yeni fırını kullanmayı hala öğrenemedim. Vee pişmedi, süper kabaran kek iniverdi. Tadı süperdi, ama görüntü berbat:(

Bu arada iş hayatımda bir adım, hatta bir kaç adım ilerliyorum sanırım. Bu da beni mutlu ediyor. Hele bir hafta sonra her şey biraz daha güzelleşecek gibi görünüyor.

Ben ise hayatımla ilgili ciddi kararlar alma arefesindeyim. Uzun uzadıya yazmayayım şimdi bunu; tüm kalbimle diliyorum ki artık her şey güzel olsun. Attığım adımlar, düşüncelerle birlikte beni yalnızca mutluluğa sürüklesin...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Bir kaç şey...


Hafta sonu işkence ve ufak ufak mutluluklarla yerini hafta başına bıraktı... Ye, iç, gez, ağla, yorul, hastalan, sinirlen derken bu haftayı da bitirmişiz farkında bile değilim...

Ve hala ama hala bir havuçlu tarçınlı kek yiyememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Üşengeç olduğumdan falan değil, aslında en çok diyette olduğumdan. Ama hala canım istiyor ne yapayım. Hem de dükkanımın kahveleriyle birlikte bi tane kocaman bir dilim yiyebilecek kadar çokkk...

Yani ne alaka böyle bir şey nasıl insanın gözünde çıkar diyeceğim; ama susuyorum. Sağlık bu diyerek ihmale getirmedim ben de. Sıcakta hastane koşturmacaların neticesine göre hijyeni en üst seviyeye taşımakta fayda var, dahası nasıl olur bilmiyorum; ama deneyeceğim...

8 Ekim 2009 Perşembe

Kahveci Dükkanı




Nasıl bir görüntü ama?



Süper dediğinizi duyuyor gibiyim... Peki ama bu ne mi? Bu son günlerde hayalimi süsleyen kahveci dükkanımda bana yardımcı olacak araç ve gereçler.... Diğerleri ise yaptığım kahvelerin yalnızca bir kaç tanesi... Çok büyük değil, belki 6-7 masanın yer alabileceği, hoş bir dizaynının olduğu bir dükkanım olsa. Orda çeşit çeşit aromalı kahveler yapsam. Kendi eserlerim olsa, kendim yaratsam, kendim üretsem, içen tadına doyamasa bir daha bir daha gelse, uzak yerlerden müşterilerim olsa, ama tek bir dükkan olarak kalsa, hiç bir şubesi olmasa nasıl da güzel olurdu.. Şahaserler yaratıp durur, bütün günümü seve seve orada geçirirdim herhalde. Evet her açıdan çok zor bir şey ama imkansız mı ki bilemedim...

Bu satırları yazmak bile nasıl da heyecanlandırdı beni, gerçekten bu işi yapabilsem kim bilir nasıl da mutlu olurdum...

Dükkanımın kapısı her açıldığında dışarıya kahve kokuları taşsa, kokuyu alan kapıyı çalsa, tadı damaklarında kalsa, soğuk günlerde içlerini ısıtsa, sıcakta onları rahatlatsa...

Ohh miss... Sıcak ve bol köpüklü kahve tadında günler:)

7 Ekim 2009 Çarşamba

Çok meşgul..

- Dıtttt, dıttttttt, dıttttt
Cevap yok...
- Dıtttt, dıttttt, dıttttt
Meşgul...

Koca bir günde insanı kanser etmek için yetip de artan bir durum... Bu duruma çok şey söylemek istiyorum; çünkü artık bana yaşatılanın sineye çekilecek bir yanı kalmadı. Depresyon hallerinden kaçını bünyemde bulundurduğumu dahi bilmiyorum. Bir kaç sakinleştirici beni sakinleştirir mi bilemedim. Elimdeki telefonu otmatiğe bağladım, kendi sesimi de son noktasına kadar açık bıraktım. Ve bana bağıracak, haykıracak gücü ver diye Tanrı'ya dua ettim. ..

Bu parçayı geçen gün iş yerimde dalmış defalarca dinliyormuşum, ben bana söylendiği anda farkettim bunu... James Blunt- Good By My Lover... Yine fonda bu şarkı, verdiğim haber arasında uzun zamandır boşladığım bloğuma bir şeyler karalamak istedim. Azıcık da diet çerçevesinde bi şeyler atışıtırıyorum. Bunu sinirden yapıyor olmalıyım. Ama gariptir ki; şuanda sinirlerimi aldırmış gibiyim. Ama aslında çok sinirli olmam gerekiyor. Bunun ciddi bir sorun teşkil etmesi gerekiyor belki ama etmiyor... Delirmiş olmalıyım.

Üstüm başım berbat, tırnaklarımın ellerime yansıyan görüntüsüyle ellerim de çok çirkin gözüküyor, bi de kopan şeytan tırnakları gibi etlerin kanayan görüntüsünü de sayarsak off yani ellerimin haline... Ama elbet yapılması gereken bir şeyler var, olmalı, olacak...

28 Eylül 2009 Pazartesi

Korkularım...


Başımdaki ağrı mı, içimdeki acı mı daha baskındı bilmiyorum... Uyandım, dün geceden uykusuzdum, neydiği belirsiz insanları evimde misafir edemeyecek kadar gözüm dönmüştü. Saçma sapan şeylerle uğraşamayacak kadar çökmüştü ruh halim, daha ne kadar çökebilirdi ki... Yıllar önce haykırışımı, titreyen el ve bacaklarımı hatırlamıştım o anda. İçimdeki ses uyutmasa da yatakta kalmaya ikna etti beni. Uyudum, uyandım, o bilmiyordu, uyudum sanıyordu. Herkesin bana dair bilmedikleri gibi bir şeydi bu da.

Bir insanı kaybetmekten öyle çok korktum ki... Ona sarılıp gözyaşları içinde haykırırken onun benim için ne kadar değerli olduğunu iliklerime kadar hissediyordum. Ağlamak istememiştim; ama elimde değildi, akmaya ve akıtmaya başlamışlardı. " Seni kaybedeceğim diye çok korktum " diyip sımsıkı sarılmıştım... Herkes kendine göre haklıydı biraz; ama hiç kimse kimseyi anlayamazdı kendisi kadar.

Korkularım başkalaştı, ürkek ve hassas oldum. Gece yarılarının korkusuz kızı gitti sanki, yerine gündüzlerden, en ufak bir sesten ürken ve sıçrayan bir kız geldi...

Her şeye rağmen gözlerim dolsa da şuanda, sevgili dostumun yüreğinde hala aynı olduğumu bilmek az da olsa huzur verdi bana... Değişen hiç bir şey yok, tükenen benden başka, yüreğim hala nerede ve nasıl olursam olayım onunla... Bu satırları yayınladıktan sonra blog yazdım diyeceğim, hemen ardından okuyacak biliyorum, zaten ağlamaklı olan gözlerine bir kaç damla daha yaş düşecek. Ama sen ağlama, bütün bunlar geçecek ve onca acının arasında bakî kalan bir şey olduğunu biz de göreceğiz. Sadece her zaman, her ne olursa olsun hayatımda var olmanı istiyorum...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Başlığı da bilemedim...

Bir bayram daha geçti gitti... Kabir ziyaretleri, eskisi kadar anlam taşımayan büyüklerin ellerini öpmek ve ziyaret etmekle... Artık bana para vermek yerine benden bekliyorlardı, nasıl tuhaf geldi bir bilseniz. Yok yaw ben daha küçüğüm diyesim geldi; ama galiba sandığım kadar küçük değildim:) Hala çatapatlar bazı semtlerde varmış, dayımlara giderken çocukların birinin bastığı çatapatın yanıma fırlamasıyla farkettim. Bunlar bizim oraya uğramayalı yıllar oldu da... Zaten tadı yok şimdiki bayramların. Bayram namazları heyecanla gelişini beklediğimiz büyüklerimiz, babalarımız,abilerimiz ve onlarla hep birlikte kahvaltı sofrasına oturmak da yok. Ne kalmış ki geriye....

Bugünlerde içim fazlaca acıyor... Üzgünüm çok üzgünüm. Bir yanım ileriye dönük hayaller kurarken, diğer yanım öylece susup kalıyor. Artık eskisi gibi değilim, sarsılıyorum ve ben galiba kendim olmak istiyorum...

Kardeşimin kardeşleri ve belki de hepimiz kardeşiz. Şimdi kendime bakıyorum da değişen onca şey arasında belki de değişmeyen tek şey; hala eskisi gibi karmaşık yazılar yazıyorum. Belki yarın olduğunda ben burda ne demek istemiştim diyebileceğim kadar karışık. Bu kadar çabuk kazanılır mıydı kardeşlik, bilemedim. Sorgulamak istedim; ama bunu da adam gibi yapamadım. Sorgulamaktan yorulurum diye korktum. İyice korkak bi şey oldum kaldım. Dün gece banyodan gelen anlamsız sesten bile korkmuştum. Oysa sandığım kadar da yalnız değildim, babam uyumak ve uyumamak arasındaki o ince çizgideydi. Ruhumun yalnızlığı hayatıma da yansımış olacak ki hemen her şeye ürküyorum artık... Tanrım bana neler oluyor diye bir çığlık atsam duyulur mu acaba sesim... Bilemedim...

Papatya falları hep ayrılık der ya, bakalım benim kendi kendime baktığım kahve falım bana neler söyleyecek. (bu satırları yazarken sevgili ledoritayla yıllar önceki bir falla başlayan ve saçmalayan diyaloglarım aklıma geldi:) Eğer bu satırları okuyorsa şuanda tebessüm edecek biliyorum ve dans eden insan toplulukları canlanacak gözünde) Kocaman bir ay çıkmış, ama tertemiz. Karşılıklı iki insan duruyor. Bir gemi var, yük gemisi gibi. Acaba bu benim taşıdığım yük, sorumluluklar olabilir mi, onu da bilemedim. Zikzaklarla dolu sıkıntılı iki yolum var, şaşırmadım. Onca şekil arasında gözüme en çok çarpan küçücük bi şeydi. Bir yuvarlak bir çok kısmı aydınlanmış ve azıcık bir kısmı sıkıntıda kalmış bir yuvarlak... Biri birinin üstünde hakimiyet kurmuş, vuruyor, kırıyor, hırpalıyor, diğeri ise öyle ezilmiş ki... Yeter bu kadar sıkıntı bastı içime...

Geçmiş olsa da nice uzun bayramlara, sağlıkla...

8 Eylül 2009 Salı

Günüm aydın olsa....

Belki ilk bakışta tuhaf gelecek, bir masa... Yağan sağnak yağmura rağmen ayakta kalmış bir masa. Evet eksilmiş, artık sandalyeleri yok ama kendi olmak için yapmış bunu. Yağmura bırakıvermiş diğer parçalarını... Çok üzgün evet, ama artık kendisi tam!
Ne zamandır günüm aydınlanmıyor gibi... Elvis Presley - Only you... Belki biraz içimi aydınlatır düşüncesiyle sabah sabah onu dinlemeye başladım... Ama ne fayda...

Dünden beri nasıl bir yağmurdur, tsunami denebilir miydi acaba? İstanbul'un bir çok semti bir çok zorluklarla karşılaşmış, dünden beri radyoda son dakika haberleri... Facia oldu bu şehirde, çok ürkücüydü her şey... Yağmur içimi daha çok karartır benim, ama fazlası. Yürünebilecek kadar olanını severim... Ötesiyle pek yıldızım barışmaz...

Uzun zaman öncelere gittim, aslında geçen akşamdan kalma... 1 yıl sonra bir düğün olsa ve ben o düğüne davet edilsem, söylediğim gibi tabiki gider miydim... Bilemedim k... Giderdim; ben de çok mutluysam, ben de hayatıma dair ciddi adımlar attıysam ama aksi olursa galiba yapamazdım. Bu soruları ilk kez sormanın tuhaflığı vardı üzerimde, içimi acıtmadı; ama tuhaf olmadım diyemem, " nasıl ya " dedim, bir de acaba o zamanların sebebi "o" muydu dedim, evet beni sadece bu üzdü, sebep olan o muydu... Her neyse...

Ahh market sen nelere kadirsin diyemedim; çünkü göremedim:) Bu da uzun zaman önceden kalma, aynı yerde solunan havadan bi haber...

Yine uzun zaman önceydi... Neden bugün hep eskilerden bahsettim bilmiyorum. İlk kez ona hak verdim... O zamanlar bir vedanın sebebi olamaz gibi gelmişti. " Eksildim, ben tam olmak istiyorum " sözleriydi duyduğum. Böyle bir sebep olamaz diye isyan edesim gelmişti, daha gençliğin en başındaydım; ama kabul edilemez gelmişti bana. Oysa şimdi bunun nasıl büyük bir sebep olduğunu anlıyorum. İnsan gerçekten eksilince, yarım kalınca sadece tam olmak istiyormuş. Ne olursa olsun tam olayım diyormuş, sevdiğimi kaybetsem bile kendim olarak kalayım diyebiliyormuş. Şimdi ise sadece korkuyorum, bu duyguyu barındırdığım için, eksildiğim için sadece korkuyorum...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Sessizlik ve Ölümsüzlük


Ne istediğimi biliyorum; ama isteğime nasıl kavuşacağımı bilmiyorum. Belki onu da biliyorum da işime gelmiyor. Artık eskisi kadar güçlü değilim çünkü. Mücadele edemiyorum. Hele kavga, tartışma, ses iyice yıpratıyor beni. Kendimle savaşıyorum adeta.

Geçenlerde kendime verdiğim sözü yine çiğnedim bugün. Belki söz değildi; ama bir daha tekrarlanacak olursa ...... diye başladığım sözcüklerdi, yine tutamadım. Beni bu kadar aciz kılan sevdama haykırmak, isyan etmek istiyorum durmaksızın bağırmak... Ben bu değildim, değilim, olmuyor küçük kız, sana yakışmıyor...

Bir şeyler ararken bir fotoğraf çıktı karşıma, ölümsüzlükle bir bağlantısı varmış gibi anlatılmış. Sanki ölen bir insan portresi bir ağaçta yaşatılmış. Düşünmesi bile tuhaf, evet kulağa ürkütücü de geliyor. Hee bu arada bu sadece benim yorumum... Görüşler kabul edilebilir, itinayla tartışılabilir, lakin lütfen kısık sesle ve küçük harflerle, kafam ses çekmiyor da....

28 Ağustos 2009 Cuma

Öylesine Notlar

- Bir kaç gündür elimde bir açıköğretim kitabı... Benimle birlikte işe geliyor, eve gidiyor... Sonuç; zoraki ona ayrılan az bir zaman. Neymiş; ikinci bir okul okumam gerekiyormuş, hem ben bunu yapabilirmişim; ama çalışmıyormuşum. Evet çalışmıyorum; çünkü bu bölümü okumak is-te-mi-yo-rum. He bi de dün öğrendim ki; bu yıl itibariyle aöf sosyoloji bölümü açılmış. Off yani off.. Onu okuyayım da o zaman görün; bir insan bir anda bütün dersleri nasıl yüksek notlarla veriyor. Sevmiyorum işte ne yapayım, okuduğum bölümü sevmiyorum.

- Belki bu akşam go-karta giderim, kullanabilir miyim bilmiyorum; ama yine de istiyorum... O olmazsa da lunaparka mutlaka birinden birine gitmeliyim. Çokkk heyecanlı...

- Ben sanki çok uzun zamandan beri mutsuzum. En son ne zaman içimden gelerek kahkaha attığımı bile hatırlamıyorum.

- Ve şimdi haber yazma zamanı. Hiç o modda değilim; ama başka şansım yok gibi. Hem bu işi ben istemedim mi! O yüzden hadi mızmızlık yokk! ( bkz:prensesişbaşında )

11 Ağustos 2009 Salı

Karanlık Sokaklar...


O sokak arasını ve küçük kızı görsel olarak ifade etme şansım olsaydı; benim karelerimden dökülen fotoğraf da herşeyiyle bu olurdu... Sadece kırmızı ışığı yoktu onun, ışığa değil, karanlığa alışıyordu gözleri o kadar...

Karanlık sokak daha önce hiç bu kadar ürkütmemişti küçük kızı. Saç diplerindeki acı en az yüreğindekiler kadar fazlaydı. Ne ummuştu bu geceden, neyle karşılaşmıştı. Ama o da annesinin tek kızı, bitanesiydi. O da bir insandı. Ama neye yarar, unutulmuş, kurutulmuştu. Ruh hastası gibi davrandıkça kendinden nefret ediyordu. Elbet bunun da sorumlusu vardı. " Şimdi ne yaptım diye çığlık atası geliyor ", yine susuyordu. Cevap verdikçe, açıklama yaptıkça yerden yere vuruluyordu. Saygı biteli çok olmuştu, şimdi sevgiye de az kalmıştı. Onun için, en sevdiği için bir şeyler yapmaya çalıştığı için geç kalıyor ve vee sonrası kıyamet. Asıl kıyamet bu gece küçük kızın yüreğinde kopuyordu. Çok canı yanıyordu...

Sokaklarda yürüyemiyor, nereye gideceğini bilmiyordu, sadece zamanı tüketmesi ve yalnız kalması gerekiyordu. Karşıdan karşıya geçerken hiç yapmadığı şeyi yapıp karşısındaki arabaya odaklandı, bir şeylerin olacağını hissettiği o anda yanında bir araba belirmişti. Düşmanı değildi, sevdiğiydi. Ama ondan kaçıyordu, delice, öfkeyle... Arabaya binmemek için ilk gördüğü sokağa girdi ve karanlıklara karıştı. Bu sokağa en son 6 yaşında balkondan bakmıştı, eski oturduğu apartmanın en ücra köşesiydi. Aşağıdaki sokağa iniş var mıydı, onu bile bilmiyordu. Sadece kaçmak düşüncesi vardı o an zihninde. Hala kör kütük aşıktı ve bu aşk bitmedikçe kendinden nefret etmeye başlamıştı. Her şeye rağmen tükenmeyen aşkına lanetler okumak geliyordu içinden, bunu da beceremiyordu... Sokağın bir alt sokağı vardı, oturulmayacak kadar berbat olan orayı kendine sığınak seçmişti. Bir sigara yaktı, sonra bir tane daha ve yine ağlıyordu, kendi haline ağlıyordu. " Ben bu hale düşecek kız mıydım " derken gözleri daha bir doluyordu, hıçkırıkları duyulmasın diye biraz daha gizleniyordu. O sırada bir kedicik merhamet dolu gözlerle küçük kıza bakıyordu, gözlerini alamıyordu ondan. Bir dili olsa, kim bilir neler sorardı diye geçirdi içinden. Ve sonra merdivenlerin başında koruma görevi yaptı. Ve artık gitme vaktiydi, iyi görünmek ve güçlü durmak zorundaydı. Son güçlerini harcıyor olmak onu daha bir yormuştu. O utanacak bir şey yapmamıştı, utanması gereken aşkına sahip çıkamayandı... Şimdi daha bir güçlü durma zamanıydı. Zaman onunla birlikte yarışacaktı. Biliyordu, uyku uğramayacaktı bu gece gözlerine. Telefonunu açıp haykırmak, bağırmak, ağlamak isteyecekti. Ama bunu yapmak onu biraz daha küçük duruma düşürürdü. Zaten yeterince küçülmüştü; ama kendini yerlerden toplamaya gücü yoktu.

Aşkı için her şeyi yapmış, yaptıkça hor görülmüş, dışlanmıştı. Yapmayan kızlar gibi olmamakla hata yapmıştı; onlar gibi sevilmiyor, saygı görmüyordu. Tanrım bundan acı ne olabilir ki.

"Hayat bitiyor acılar azalmıyor.
Kaç kere sevdim ama senin ki öldürüyor.
Yine de bekliyorum kaderim elinde bil!
Bu defa gözlerinde korku telaş.
Bilirim bir gün beni yüregin anlayacak!
Gözümde daha fazla küçültme yaaa... "

Sözleri eşliğinde sadece dinlenmek istiyor. Düşünmek dahi istemiyordu, her şeyi kafasından atmalıydı. Her şey bitse de sözleri silinmiyordu yüreğinden; ama o iğrenç sözler bile tüketemiyordu bu büyük aşkını...

Umutsuz, inançsız, yarı kaçarak yarını bekliyordu...

5 Ağustos 2009 Çarşamba


Kendime ait her şeyden biraz daha uzaklaştığım şu günlerde zorda olsa, uzun soluklu düşünmeye başladığımı farkettim. Sevgili bloğum seni de aylık yaptım neredeyse, bunun için çok üzgünüm. Mutlaka bunun sebepleri var. Öyle zorlu bir süreçteyim ki; kimse bilmese de kendimle savaşıyorum adeta, ufak ufak alıştırıyorum kendimi hayatımın sonrasına... Olacakları kendi içimde yaşamaya başladım bile. İlk kez geçen gece kendimle hesaplaştım. Elbette ki bu hiç kolay olmadı; ama sandığım kadar zor da olmayacak gibi. Şuan ihtimaller üzerine konuştuğumun farkındayım; çünkü başka şansım yok. O zamanı beklerken, o zaman hiç gelmeyecekse bu zamanı yaşamış olmanın ne faydası var. Acılar daha çok kendini biriktirecekse, bu zamanı yaşamanın ne faydası var. Gün gelecek ve insan sevdiğini yüreğinde yaşatmaya başlayacaksa, bu zamanı yaşamanın ne faydası var.


" Sevişmek başka şeydir, evlenmek başka... Dokunmak başka şeydir, aşkı sevdayı içselleştirmek başka... Her şey gerilerde kaldığında, cehennemin kralının diğer kuşakların kraliçeleriyle evliliklerinin nedeni tartışıldıktan sonra açığa çıkan sonucu mağrur kral Ben Ata özetleyecektir: ' memnuniyet, en yüksek amaç değildir! ' "


O eşsiz, paha biçilemez duyguyu, inançlarını kaybederken bile hala kör kütük aşık...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Yine o tarih.

Gidişin
Yıl 2006. 13 Temmuz 2006. Üniversiteden mezun olduğum yıl. Unutmadım, ne bu yıl, ne geçen yıl. İnternet ortamında yayınladığım o trajik sonu okuyan okunaydı. Bana her telefon açan en az benim kadar gözyaşlarına boğuluyordu. "Bir insan ancak bu kadar güzel sözlerle anlatılır, teşekkür ederim" diyorlardı. Teşekküre gerek yoktu. "Siz kızlarıysanız, ben de torunuydum ve onun herşeyin üzerinde gördüğü yegane insandım" diyesim geliyordu. Saygısızlık diye nitelendireceklerini düşündüğümden susuyordum. Seni sayfalara sığdıramam büyük adam, hep anılarımdasın, hep düşlerimde. En çok da özlemlerimde. Keşke beni biraz daha büyümüş, gelecek hayalleri yaparken birden herşeyden vazgeçen beni görebilseydin. Sen her şeyin en iyisini, en güzelini hakediyorsun büyükbabacığım. Yazıya başlarken ağlamam sanıyordum, ağlıyorum. Beni bağışla, hep bir cam kadar kırılgandım, yine öyleyim. Hep ağlardım, yine ağlıyorum.


Keşke bir kere daha bacaklarının arasında yere oturup o eski Cüneyt Arkın filmlerini izleyebilseydim, koparıp küçük parçalara ayırdığım çokokremli ekmekleri yanında yiyebilseydim, bir kere daha maaş alsaydın, elimden tutup beni dondurma almaya götürebilseydin, bir kere daha benim için mangal yapabilseydin, doymadın sen biraz daha ye diyebilseydin. Keşke senin gibi, benim için hiç düşünmeden her şeyi ama her şeyi yapabilecek bir büyük adam daha olabilseydi hayatımda. Huzur içinde yat, hep yüreğimin en güzel yerinde kalacaksın. Toprağın bol olsun büyük adam. Saygıyla selamlar, diken diken olan saçlarını okşar, ellerinden öperim. Seni çok ama çok seviyorum.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Umutsuz ve mutsuz bekleyiş...

İki üç saatlik uykuyu dert edecek bir yapım yok sanardım, dinmek bilmeyen baş ağrıma rağmen mutluluğum yerini kırgınlığa bırakmasaydı bu saate kadar çok daha rahat dayanabilirdim, biliyorum. Birden beklenmedik kelimeler, ağır sözlere maruz kalınca insan, komple bırakıveriyormuş kendini. Hayatımın hiç bir anında "ne oluyorsa olsun" diyemediğim için belki de bu saçma süreci sürdürüyorum! Buna sıkılıyorum, sıkıldığım kadar da mutsuz, saçma salak hissediyorum kendimi. Ve benden giden çok şey olduğunu farkediyorum...

Bir yol var sonunu biliyorum, görüyorum; ama yine de yürüyorum. Ha bu geçsin, ha şu bitsin, ha şundan sonra, ha, ha, ha.... Derken ömür geçmiyor mu sanıyorsunuz, geçiyor....

Bir gün var, o gün gelir mi bilmem. Aslında herşeyden çok istiyorum onu; ama artık istediğim kadar korkuyorum da. Bunu yeni farkediyorum. Korkuyorum, çok korkuyorum...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Günümden Notlar...

- Umutlarım, hayallerim, geleceğim...

Bazen hepsi o kadar uzak gibi geliyor ki... Bir yolda ilerlediğimi hissetsem umutlarım yeniden canlanacak biliyorum; ama hep aynı, yine aynı düzen, aynı umutsuzluk!

Her durumda kötü olmak fikri de son derece can sıkıcı... ( bkz:
Şarkı söylemedim kötüyüm,
Uyudum kötüyüm,
Aradım kötüyüm,
Aramadım daha kötüyüm,
Geldim kötüyüm,
Gitsem daha kötü olacağım )
Ama ben yalnız değilim ki, ya da bunlar beni kötü yapacak gerekçeler olamaz...

- Canım istemedi, açmadım, canım istemedi, konuşmadım, canım istemedi, görüşmeyeceğim, canım istemedi, canım istemedi... Bi kere ben düşünmeden, ben istemeden bir şeyler yapabiliyor olması çok mu zor merak ediyorum...

- Harabeye dönmüş evimde daha fazla ne kadar durabileceğimi bi kestirebilsem. Eskiye rağbet var sanki bugünlerde. Alışmaya değil, sadece kısa bir süreliğine yaşamaya çalışıyorum.

- Zaman çok yaklaştı, ama hala ortada bir tatil planı yok. Bu ne kadar can sıkıcı tahmin bile edemezsiniz. Şartlar ne olursa olsun gitmeliyim, gitmeliyim...

- Yeni bir projenin içine dahil olmayı ne denli istediğimi farkettim bu anda; çünkü benim hayalini kurduğum tek iş, orda ya da burda en nihayetinde o işi yapmak! Gün gelecek bir yerlerde birileri benim tek arzumun bu işi yapmak olduğunu anlayacaklar biliyorum. Biliyorum; ama beklememeliyim, ancak doğru yerde, doğru zamanda harekete geçmek beni başarıya götürecektir.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Yeni Hafta...

- Bir haftaya daha başlamış bulunmaktayım. Bütün hafta sonunu evde geçirdikten sonra bugün kalkıp işe gelmek nasıl garip geldi. Dinlendim ama sıkıldım, uyudum ama kemiklerim hala ağırmaya devam ediyor...

- 10 güne kalmaz göçebe hayatı yaşamaya başlayacağız, kısa bir süreliğine bütün düzenimiz bozulacak. Ama olsun, güzel olan şeylere ulaşmak zordur, bizimki de öyle olacak.

- Yurt dışı yolculuğuyla uğraştım bütün gece. Nereye gittiğimi bile hatırlamadığım, uçağa yetişme ve alışveriş telaşı son derece güzeldi. Muhtemelen orası Paris olmalı, Maldivler olamayacağına göre...

- Havalar ısındıkça, içimdeki tatile gitme heyecanı artıyor. Sanki herşey geçen hafta itibariyle biraz daha bozuldu gibi. İzne çıktığım zamanı evde saçma sapan bir şekilde geçirmek istemiyorum!

- Alışveriş yapasım var, böyle yazlık bir şeylerim olsun. Tiril tiril, kısalı uzunlu, etekli şortlu... Ama o cephede de durumlar hala istediğim gibi gitmiyor...

- Özel cephede ise özlem ve mesafe devam etmekte, bugün sona erecek diye umuyorum. Nedendir bilmiyorum ama üzerimde bir rahatlık var şu iki gündür. Hem de sebepsiz, hem de gereksiz, hiç o kadar da kötü değilim...

*** Ve son ***

8 Haziran 2009 Pazartesi

Geceden Sabaha



Afiş; dağınık evin, kirli duvarlarına pek yakışmıştı. Biri filmlerden konuşmalı ve ben de merak ettiğim soruyu sormalıydım. Evet benim favori filmimdi. Alkol daha tesirli olabilseydi; o filmdeki gibi ben de hafızamı sildirebilsem keşke, bunun bir yolu olsa inanın yapardım derdim. Eminim buna, derdim... Yabancı gibi olmak içimi acıtırken, sohbete güçlükle katılabildiğimi farkettim. Hayatındaki en kötü şey olarak nitelendirilen benim verdiği karşılık ise son derece tezattı. Onun dışında herşeyin kötü olduğunu söylüyordu... Tanrım nasıl bir aşk, nasıl bir çelişki bu!

Huzursuzluktan değil, huzurdan uyumamak, uyuyamamak, ne demek bilir misiniz... Saçma gelebilir, ama ben bunu yaşadım dün gece. Uyusam zaman geçecek, gece bitecek, her güzel şey gibi bu güzel olgu da sona erecekti. Saatleri odanın en ücra köşelerine koymak, ya da parçalamak düşüncesi kaplıyordu beynimi. Son dakikalara muhtaç bir aşık gibi davranıyordum, belki de muhtaçtım. Doğan gün hiç bu kadar hüzün katmamıştı içime şimdiye kadar... Çünkü doğan gün huzurumu alacak, bulunduğum ruh halini bana geri verecekti biliyordum. Onun duygularından, direnişlerinden, kendi içinde verdiği savaştan, inadından ne kadar eminsem huzurun sona ereceğini de o kadar iyi biliyordum ve öyle de oldu...
Sadece bir kaç saatime yetti huzur. Sonra yeniden, yeniden, yine yeniden...

5 Haziran 2009 Cuma

Hayat Bu İşte!


- Manga " Hayat Bu İşte" daha iyisini bulana kadar dinleyebileceğim en güzel şarkı ilan ettim gün itibariyle. Ve şiddetle bir kaç satırını paylaşmak istiyorum...

Hayat bu işte;

Kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hap solursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun....

Manga'ya teşekkürlerimi sunuyorum, kendimi içinde bulabilme şansını bana verdiği için:)

- Manga'dan hemen sonra Teo'ya geçmezsem olmaz. Sevgili dostuma bir hediye verdim sanarken, o hediyeyi ikimizden de aldığımı farkettim. Ve bizim konser hayal ya da kaba tabirle yalan olur. Sözü geçmişken Teoman'a da özürlerimi sunarım, o özel koltuklardaki yerimizi alamadığımız için...

- Sevgili dostum için dün yaptığım istek, hayatımda gerçekleştirdiğim bir ilkti. Her ne kadar bize uymayan sınırlar içinde olsa da, en nihayetinde farklıydı. Arada farklı kulvarların içine dahil olmak lazım. (bkz: mecburiarabesk) geçmiş olsa da tekrar mutlu yıllar canım:)

- Ve yine sevgili insan kişisine " misafir ol gel bana güllüden tatlılar alırım sana " diyorum ama bir türlü beni duymuyor! Biliyorum, bi gün o gün de gelecek...

- Saçma sapan satırlar yazmış olabilirim, hepsi depresif halimden arınma mücadelemden. Birini kaybetmemek için geçen zamanı umursamazken zaman geçtiği için bir diğeriyle, çok daha kötü olursun. Bu mudur hayat? Kriterlere bakın:
  • Akşam 9 eve giriş. 5 geçse giriş yasakmış!

  • Bir yerde kalmak da yoktur herhalde.

  • Hee unutmadan bu arada ben yokum ( yoruma çok açık, açıklama yapmayacağım )

  • Şaka gibi ama artık bir izin merciim var. Evet evet bu yaştan sonra!

- Neyse yine daraldım. Ruh sağlığım bozuk, başım dönüyor vs. derken gün bitiyor. Günümün geri kalanını yarın SBS sınavına girecek olan biricik kardeşime ayıracağım.

- Son olarak; bir elbisem olsun, bol, renkli mi renksiz mi bilemedim. Ben de değişik olayım, bulunduğum yer benden de değişik. Müzik güzel, pist orjinal, bir de elimde mojito ( bu ara ona sardım da ) gitsin sıkıntılar, gelsin huzur, rahatlık. Dağılsın kafam. Ama bilmem zaman, mekan ne zaman...

2 Haziran 2009 Salı

Olimpos


Geçen seneden beri aklımda olan tatil fikri bugünkü falım ve arkadaşımın gideceğini öğrendikten sonra biraz daha arttı sanırım. Galiba ben de Olimpos'a gitmek istiyorum. Zor biliyorum, ama imkansız olmamalı... Tamam uzak, e biraz da masraflı ama istersem, istersek neden olmasın.

Şimdi burda olmalıyım, şimdi olamıyorsam da yaz bitmeden gitmeliyim düşüncesine öyle çok kaptırdım ki kendimi. Aksini düşünmek bile istemiyorum... Ve yaz başlar...

26 Mayıs 2009 Salı

Tik tak tik!

- Bir telsizimin olmaması bu kadar soruna yol açmamalı oysa ki. Çalışma saatleri içinde çalışmak için yerimden kalkmam kadar doğal ne olabilir ki!

- Anlayamadığım o kadar şey var ki; özellikle değişen insan tutumları. Geçen günde söylediğim gibi ben yetişemiyorum onların hızına. Bünyem kaldırmıyor artık, biliyorum.

- Her ne kadar farklı cümleler duyarak bir kez daha yıkılsam da aklî dengemi hala kaybetmediğim için sana şükürler olsun Tanrım. Biliyorum geçecek bu depresyon ve yeniden güneş doğacak. Ben parlayamasam da o güneşi yeniden göreceğim!

- Ben bu kadar takıntılı olduğum için mi, yoksa en sevdiğim eşyam çantalarım olduğu için mi bu kadar çok hasar görüyorlar. Birini tamire götüremeden diğerinin bir parçasına bir şey oluyor! Ve o günüm sayesinde zehir oluyor. Belki abarttığımı düşüneceksiniz; biliyorum küçücük bir şey ama bütün psikolojimi alt üst edecek kadar büyük bir sorun haline dönüşüyor benim için.

- Benim hiçe sayıldığım, bir diğerinin özgürce hayatını sürdüğü bu hayatın içinde köle Isaura'yı oynamaktan sıkıldım!

- Masala bir yuva bulduğum için mutluyum, ama bunu dile getiremediğim için bir o kadar sıkıntılı.

- Başlığıma takılmayın, taklık ya da tiklik durumlar anlatmadım, öyle bir kaç duyguyu paylaşmak istedim. Artık uzun uzadıya satırlar yazamıyorum. Maddeler cümlelerimi daha okunaklı kılıyor diye bunu tercih ediyorum.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Ahh Eğleniyor!

- Yalnız kalmak ve zarar vermek bunların ne demek olduğunu biri bana açıklasın, yoksa doğrularımdan şüphe etmeye başlayacağım.

- Ben artık insanları anlayamıyorum. Ben sustukça kötüyüm, rahat bıraksam da kötüyüm, sıksam da kötüyüm. Yeter diye çığlık atacağım... Çünkü yeter...

- Teknolojik aletlere bu kadar bağımlı olan bir toplum muyuz gerçekten? Telefonumuz olmasa bir buluşmaya gidemeyecek miyiz? Ya da insanlarla konuşmamızı sağlayan msn olmazsa olmaz mı hayatımızda? Ben hiç birine bağımlı değilim ama yine de olmuyor, olmuyor, toplum bundan vazgeçmiyor. Bana mı ne oluyor, üzülüyorum...

- "AH EĞLENİYOR KENDİ BAŞINA, AH NEŞESİ YETER AH UMRUNDAMI SANDIN BU DÜNYA! " Arkasından da " ben insan değil miyim" diye başlayan bir replikle devam edeceğim, az kaldı...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yetişemiyorum!

Ben hayatın hızına yetişemiyorum galiba artık.
Başkalaşan insanları anlayamıyorum. Bugün herşey güzelken neden yarın kötüleştirir ki insan...
Her kötülüğün bana yüklenmesine dayanamıyorum artık...
Yarınları yaşamaya gücüm yok gibi.
Gitmek istiyorsan git diyemeyecek kadar bağımlı mıyım ben? Ya da bitsin o zaman diyebilecek kadar basit mi bi ilişki?
Daha dün akşam, hayır hayır bugün, hatta bir hafta mutlu değil miydik biz? Yoksa onun dediği gibi miydi? Ben mi öyle görüyordum? O evde geçen onca zaman arkasından başkalaşmamış mıydı herşey? Yeniden aşkı, sevgiyi doruk noktasında yaşayan, evli bir çift tablosuna ne oldu? Onlar rüyaysa şuanda da bir kabus olmalıydı. Her şey gerçekten kötü, hatta iğrençti de ben mi hala toz pembe görmeye çalışıyordum kalan tozları. Kendime öyle kızıyorum ki, ben bu kadar acıyı hakedecek ne yaptım?
Ben her yaptığımla yargılanırken, hatta idam mahkumu rolüne bürünürken ben neden bir gün olsun yargıç olmayı başaramamıştım. Yeterince katı olmadığımdan mı, karşımdaki "hatasız kul olmaz" tabusunu yıkan bir insan olduğu için mi, yoksa tüm hataları yapan ben olduğum için mi? Neden bu aşkta sadece mahkum olan benim?
Bu hayatı tek başıma sürdüremezmişim gibi geliyor ve ben bundan nefret ediyorum. Ben bu değildim ve böyle olduğum için kendime olan değerlerimi kaybetmek üzereyim. Her şeyin bir yolu olmalı, ama yol baştan bitmiş gibi...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Şimdi... Gelecek!

Sen yaklaşık bir yıldır bu anı bekle, sonra evden çıkama olacak şey mi ya? Değil ama olduruyorlar... Üzgünüm. Bir kaç saat sonra evde olacağım, o kadar sıkıntılı bir durum ki bu. Ufak da olsa bir ihtimal diyorum... Sadece huzur istiyorum...

Bi kaç söze takılıp üzüldüm az önce kendimce farkındayım. Ama bu kadar planlı programlı bir hayat sürmekten de sıkıldım. Bu anı istediğim gibi yaşayabiliyorsam var olmalıyım. Bir zaman geldiğinde bu dünyada olamayacağım düşüncesini aklımdan çıkarmadan, yarın ölecek gibi ve yarın her şey daha güzel olacak gibi yaşamalıyım.

Şimdi bugün uyandım güne şöyle başlamam gerekmiyor mu; ailem yanımda, işim var, aşkım var, param var daha ne isteyeyim ki... Ama ben hep ya şöyle olursa ya bu olursa. Ne yapıyorsun kızım sen ya dedim bugün kendime. Yarın işsiz kalırsam, ailemle daha büyük sorunlar yaşarsam, terkedilirsem, depresyona girersem bu mu hayat? Bugünüme, yaşadığıma, hayatta olan sevdiklerime ve elimde olan tüm güzelliklere karşılık tebessüm edebilmeliyim. Deniyorum, denedim. Aslında oluyor ama ben fazla karamsarım...

Bu akşam herşey istediğim gibi olursa güzel olacak, yarın hiç bi şey istediğim gibi olmasa da bugün mutlu olup kendimi iyi hissedeceğim. Gelecekle sıkılmayı bırakıp şimdiyle yaşamayı öğrenmeliyim, diğer öğrendiklerim gibi...

8 Mayıs 2009 Cuma

İşte Eksikler!


- Benim bildiğim kına gecelerinde kına yakılır. Gelin dışındakiler de yakar, ama yok artık bu cephede de devir değişmiş. Ben zaten meraklı değilim öyle şeylere ama teyzelerimiz severler diye söylüyorum. Gördüm ki onlar da vazgeçmişler ve gençliğe ayak uydurmuşlar! Bi sürü kalabalık, hopla zıpla, fotoğraf çek, gelini ağlat derken güzel zaman geçirdik. Kendilerince en beceriklimizi seçtiler ve sevgili dostumun şimdiden düğün hazırlıklarına başlama esprileri yaptık:)

- İşte kuaför ve hazırlanma telaşı içinde bütün kızlar toplandık şarkısını söyleyecek kadar heyecanlıydık hepimiz:) Aksaklıklara, koşturmalara rağmen en nihayetinde düğün salonundaydık. Burda böyle güzel bir salon var mıydı, şaşkınım, mazur görün! Benim sevgili dostum ne de güzel gelin olmuş öyle, ağlayıp dramatik anlar yaratmamaya söz vermiştim kendime. Ama duygulanmamak elde değildi. İştee sahnedeler. Müzik, dans, pasta, takı derken zaman ne de çabuk ilerlemişti. Titrek eller, dolan gözler, takılamayan takılar, söylenen güzel sözler ve pistte horon tepen insan kalabalığı. Galiba ben daha önce hiç bir karadeniz düğününde bulunmamıştım, diğerlerinden çok farklı ama bir o kadar eğlenceliymiş:) Sevgili teyzemin isteğinin hemen arkasından başlayan ''rakkas'' herkesi ortaya atmıştı. Damat beyler de gelinimize uyum sağlama mücadelesi içinde, eltisi bizim guruba dahil olma isteğinde. ''Kardeşim kolay mı biz bu guruba yıllarımızı verdik diyesim geldi ama diyemedim, ya da nezaketen demedim, gruba dahil olmak için ortaya lütfen'' dedim sadece! Damat beyler benim düğünümde elekle su taşıyacakmış:) Söz evlenebilirsem taşıtacağım ona öyle demedim tabi ''aa olur mu öyle şey'' dedim. Kızlar gelinlik çağına gelmiş belli, herkes önce kim evlenecek muhabbetinin içinde. Evlilik değişik bir şey, her an her şey olabiliyor. Hiç evlenmeyecek sandığını evlenirken bulabiliyorsun ( bkz: şimdiki gelinimiz ) Bizim pek umudumuz yok, ama yine de ayakkabıya yazmış adımızı. Vee yorgunluk doruk noktada düğün sonuna az kalıyor. Hee unutmadan bi de istek yapıp kendi halayımızı da çektik. Bu da her düğünde yapılmaz ki biliyorum ama ne yapalım. O da ne gelinin ayakkabısına bakmadık. Şok, şok, şok! Herkesin adı silinmiş ve bu anı görüntülemeli! Şipp şakkk...

- Bu cephede de durumlar hareketlendi. Vee henüz isimsiz de olsa radyomuz yayına girdi, derken bizi de taşınma telaşı sardı. İşte yeni yerimizdeydik. Çok kalabalık ama bir o kadar boş gibi. Radyo yayını nasıldır, kimler ne yapar, hafta sonu burda mı olunur, ben ne yapacağım vs. derken bir şeyler yapmaya başladık bile. Henüz çok mutlu değilim, ama huzurluyum. Bugünkü iş mevzularından sonra kendimi biraz daha iyi hissettim. Zamanla farklı şeyler yapabileceğim düşüncesini hissettirdiler bana. Ben de zaman gösterecek diyorum...

- Bu konular derin mevzular. İnişler, çıkışlar, feryatlar, figanlar, isyanlar, kızgınlıklar, kırgınlıklar. Bitsin artık! Ne olurr Tanrım düzen istiyorum, huzur istiyorum, aşkıma güzellikler istiyorum...

29 Nisan 2009 Çarşamba

Ne oldu, ne bitti!

- Yeni bir iş oldu ve ben onun içine dahil oldum.

- Bir nikah oldu ve ben nikah şahidi oldum.

- İşe yürüyerek gidip, yürüyerek geldim.

- Akşam yemeğine yetişip, sabahları daha fazla uyumaya başladım.

- Daha çok evde durup, daha çok kendime vakit ayırdım.

- Bir şeylerden uzaklaşıp, kendime yakın oldum.

- Özlediklerim oldu, özleyemediklerimi unuttum.

- Hafta sonu için bir heyecan başladı, kendimi koşturmaca içinde buldum.

- Bugün bir kez daha biraz daha çabalayacağım, sonra vur kaç taktiğini uygulamaya başlayacağım.

24 Nisan 2009 Cuma

Hafta Sonundan Bugüne

- Bir pazar günü, çok uzun zamandır gitmek istediğim o eşsiz Ağva seyahatiyle anca bu kadar güzel geçebilirdi. Bir kahvaltının güzelliğini anlatırken zorlanır mı bir insan, ben zorlanıyorum. Ağaçların arasında koşarken yukarıdaki objektife gülümsemek kadar keyifli bir şey olabilir miydi, sanmıyorum. Gölün eşsiz atmosferi huzur veriyordu içime, hele bir de o olunca yanımda her şey daha da başkalaşıyor, tozpembe gözüküyordu gözüme. Yürümekten, koşmaktan, gezmekten bu çok yorulsam da huzurlu ve mutluydum. Tebessüm etmediğim tek bir an bile yoktu.

- Pazartesi sabahı yorgunluktan yürüme zorluğu çekiyordum lakin mutluluğum gözlerimden okunuyordu. Ta ki yerime oturup, telefonum çalana kadar. Bana yine bir yol görünüyordu ve bu sefer başka olduğunu hissediyordum. Ürkmem de bu yüzdendi; çünkü kesin çizgileri olduğunu görebiliyordum. Tüm gün koşturmalarımın neticesinde ‘’bir süre daha burada olduğumu sanmıştım’’ diyebildim sadece. Artık buradaki son günlerimdi. Bir daha böyle bir işe sahip olamayacağımı biliyorum. Böyle değerli insanlara sahip olamayacağımı da. Dün şaka vuruyormuşum, bugün ise gerçek olduğunu anladım. Çok tuhaf ve bir o kadar üzücü bir duygu. Bu ilk değil aslında, ama en ağırı olacak. Son görevlerimi tamamlarken ufak hediyelerle veda etmek istedim buradakilere. Bir çoğuna kendimden bir şeyler bırakıyorum. Duygusallaşıp mutlu oluyorlar. Çaktırmıyorum ama ben onlardan fazla yaşıyorum bu duyguyu. Dün 23 Nisan ve tatildi.

- 23 Nisandı dün gezdim, yürüdüm. Bir iyi bir kötü geçti bitti bir gün daha. Salı akşamına kırılmışlığım hala sürüyordu. Üstüne tuz biber olan şeyler de tabiî ki. Hepsi can sıkıyordu. ‘’ yeter ‘’ diye çığlık atasım geliyor, yine susuyordum. Yeni mor cüzdanımı sevdim. Alırken de sevmiştim ama eve gelince daha bir sevdim. En güzel yerine de onun fotoğrafını koydum, her açtığımda görebileyim diye. Her şeyden önemlisi de onun hediyesi olmasıydı herhalde.

- Tedirginim, korkuyorum yarınlarımı bilmiyorum. Yeni bir iş ve elimdekileri kaybetme korkusu sarmış her yanımı. Heyecan denen bir duyguya sahip değilim, tedirgin ve isteksizim. Yeni bir elbise giymek, süslenmek nasıl istemiyorsam bir değişimin içinde olmak da istemiyorum. Ama her zaman her şey benim dışımda geliştiği için buna da mani olamıyorum, olamadığım birçok şey gibi. Başka şeyleri de kaybedersem, her gün ya o gün bugünse diye düşünmekten sıkıldım. Gidecekse gitsin ama ben bu korkuyu, bu dayanılmaz acıyı daha fazla yaşamak istemiyorum. Yorgunum, çok yorgun. Baksana sevgili dostumun falında bile ben çıkmışım. Mutsuz, umutsuz, üzücü bir dönem geçirmeme az kalmış. Bunu ben de hissediyordum; ama birinden duymak daha bir garip geldi.

- Bugün son gün. Bir daha burada olamayacağım. Bu masada oturup, bakmak istediklerime bu ekrandan bakamayacağım. Bu pencereden hayata da bakamayacağım artık. Basılı medyadan, görsel medyaya geçmek ne alaka yaw diyesim de geliyor. Ki zaten hayattaki her şey alakasız ve saçma değil mi? Buranın güzel olduğunu çok daha önceden fark etmiştim. Belki de bu yüzden şimdi bu kadar zor geliyor veda sözcükleri. Veda ediyor gibi davranmıyorum, belki herkes veda eder gibi değil de yavaş yavaş şirketten gittiği için. Hadi sen de çık dedi en son veda ettiğim, ben de bugün akşama kadar burada durmak istediğimi söyledim. Malum sona az, çok az kalmıştı. Acaba bir gün gün benim için doğar mı? Artık o kadar sıkıldım ki.

17 Nisan 2009 Cuma

Bugünden Ufak Notlar


Hep uzun, kocaman paragraflar, upuzun cümleler nereye kadar dediğinizi hissediyorum; çünkü ben dedim. Kısa kısa notlarla az da olsa hareket gelsin istedim ve başlıyorum.

- Üstümden büyük bir yük kalkmış gibi. En nihayetinde günlerdir beynimi yoran, beni zihinsel olarak yoran kararımı netleştirdim. Hem de‘’ En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir ‘’ görüşüne katılmak için değil. Doğru kararın bu olduğuna inandığım için. Artık biliyorum ki; bir süre daha buradayım, bu da huzur verici. Sanki silkelenip kendime geleceğim ve benim dönüm noktam olacak gibi hissediyorum. Ohh beee…

- Dün kararım üzerine düşünür ve hatta konuşurken biri bana ‘’ sen çok şanslısın ‘’ demişti. Neye göre, kime göre şanslıydım? Bunu bir başkasının söylemesi güzeldi; eğer gerçekten öyleyse bir de ben fark edebilsem gerçekten şanslı olduğumu…

- Tüm bunların dışında benim kendi dünyam var. O cephede ise bunalım hala devam etmekte. Sanki o ince çizgi kopmak üzere gibi. Ben de o çizgide yürüyemediğim, yalnızca düşmemek için direndiğim an fark ettim bunu.

- Yoğun ve yorucu bir hafta olmasına rağmen bendeki alışveriş tutkusu son gaz devam ediyor. Küçücük bir şey de olsa almalıyım, kendi kendimi de olsa mutlu etmeliyim gibi sürekli bir şeyler almak istiyorum. Amma velakin artık zamanım olsa da param yok!

- Bu akşamki konser teklifi hayalden öteye gidip gerçek olsun istiyorum. Umutsuzum ama bir o kadar da kendime umut vermeye çalışıyorum. Bana acil sevgi aşılanması lazım. Bunun için süre gittikçe azalıyor. Geri sayım korkutuyor beni. Son 2 saat 30 dakika 25 saniye. Acaba kulağa nasıl geliyor…

16 Nisan 2009 Perşembe

Gitmek ya da Kalmak


Birkaç gündür kafamı kurcalayan, dağınıklığıma yorulmuşluğuma takviyeler yapan hayatî kararı vermeme çok kısa bir süre kaldı. Gitmek ya da kalmak işte bütün mesele bu… Keşke ben de bu kadar kolay bunu söyleyebilsem. Bir yanım bütün gücüyle hiçbir yere gidemezsin diye bastırırken, diğer yanım gitmelisin belki de bu değişim sana iyi gelecek diyor. Ama hangisinin daha baskın olduğunu anlayamıyorum.

Biliyorum bugün buradayım, ama yarın olmayabilirim. Her şey bir değişim aslında. Bu değişimler insanı mutlu ettiği kadar yaralar da biliyorum. Bugün tam üçüncü günü bu kararın. Bana bırakılması belki de her şeyi zorlaştırıyor. Biri bana gitmen senin için iyi dese her şeyi ardımda bırakıp gidebilirim, ama gitme kal dese gidemem biliyorum…

Dün sabahtı, aynı şekilde aynı zamanda odanın kapısını açtım. Bir ferahlık, bir değişim, her şey başkalaşmıştı o küçük odada bile. Koca bilgisayar masası gitmiş, koltuk ise diğer tarafa geçmişti. Onun yanındaki dergiler kalkmış, o dolap da görünmüyordu. Orada yığılmış olan dergiler nereye gitmişti, meçhul. Ama bir düzen ve koca bir boşluk olmuştu odada. Garip oldum, kendi kendime üç beş dakika düşündüm. Sonra neler neler değişiyor, ama bir tek sen kendi hayatını değiştiremiyorsun dedim. Belki de o oda bana yol göstermişti dün sabah. Ama yine de ben bu değişimin bir parçası olmaktan korkuyordum. Bu sabah ise abla bir halı getirmişti, görseniz basmaya kıyamazsınız. Birkaç kez basmadan geçtikten sonra, üstüne basıp geçtim. Yakışmış ama güzel olmuş. Bugün de duvarlardaki kapak fotoğraflarını sökeceğiz, badana boya olacakmış da. Sonra o kapakları tek tek dosyalayıp arşiv yapacakmışız, ya sonra ondan tablo, çizim değişik bir şey yaptıracaklarmış. Yani pek güzel olacak burası. Şimdi kalk git onca güzel şeyi bırak ve sıkı bir yönetimin, bambaşka olan bir düzenin içine gir. Kolay mı, hiç olmadığı kadar zor.

Aslında hiç durmadan konuşabilirim. Sinir, stres sıkıntılarımdan bahsedebilirim. Hayatımdaki her şeyin güç bir hal aldığını ve benim artık gerçekten yorulduğumu haykırabilirim. Alıp başımı gitme fikrinin zaman zaman kapıma dayandığını ve onu hep ertelediğimi de söylemek isterim. Yeter diye çığlık atmak da, artık benimle uğraşmayın, üstüme bu kadar gelmeyin, ne oluyorsa olsun diyebilmek de isterim. Ama ne değişecek ki? Daha çok yıpranmayacak mıyım?

Kendim bile bilmediğim kararımı birkaç saat sonra hep birlikte göreceğiz… Bilmeden yalnızca bekliyorum.
Dip not: Karikatür ruh halimi anlatırken, aynı zamanda dergimize aittir ( şuan için hala benim de dergim )

10 Nisan 2009 Cuma

Zaman Geçer, Cicim Ayları Biter!


Heh buradan başlayayım, ya sabah bir sohbet sırasında; ama şimdi bu nerden çıktı demeyin diye bir giriş yazmayı düşünüp durdum. O kadar kasmaya gerek yokmuş. Sabahın ilerleyen saatlerinde sevgili dostumla bir sohbet sürükledi beni bu diyaloglara. Yok o maçoymuş da, yok maçoluk neymiş de, yok insanlar normalde farklı, ilişkide farklıymış da, o karışırmış, o karışmazmış. Yok yav adam maçoysa her türlü karışıyor, önce cicim ayları oluyor tabi o aylara haksızlık edemem. Ama sonraki aylar… Tüm bu gelişmeleri gelin bir de yaşayanlara soralım!

İlişkiye yeni başlamışsın, her şey süper ve işte bir diyalog;
- Canım nerdesin, gitmedin mi daha eve?
- Aşkım şimdi geldim.
- Saat 22.00 oldu merak ediyorum ama, sen eve gitmeden içim rahat etmiyor.
- Haklısın canım ama anca geldim.
- Peki hayatım.
Repliklerinin 1 - 2 yıl sonra aldığı hal;
- Nerdesin?
- Şeyy trafik..
- Ben de biliyorum yolu herhalde trafik yok bugün.
- Ama... (laf ağzına tıkanır)
- İyi, dikkat et, eve gidince ara! ( sert bir ifadeyle )

İşte size benzer bir diyalog daha;
- Çok güzel bir akşam geçirdim, teşekkür ederim.
- Bende; ama senin güzelliğin her şeyin ötesindeydi.
- Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, teşekkür ederim.
- Ben daha önce senin kadar güzel, alımlı ve hoş bir kadın tanımadım.
- Böyle mi düşünüyorsun gerçekten?
- Tabiî ki evet.
Zaman geçer, cicim ayları biter ve sevgi sözcükleri yerini sıradanlığa bırakır…
- Bu akşam çok güzeldi, ben çok mutlu oldum.
- Yapma ne olur, ne vardı ki gittik, oturduk, yedik, içtik.
- Nereye bakıyorsun sen yaa?
- Off yani off kıza bak yaa, taş gibi hatun!
- Sana inanmıyorum ya, ben varım yanında, sevdiğin, sevgilin ben varım.
- Seni seviyorum zaten ama o da işte…

Son bir tane daha gelir;
- Sen bana çok karışır mısın?
- Hayır canım sen zaten nerede nasıl davranman gerektiğini iyi bilirsin.
- Teşekkür ederim. Yarın bir toplantıya katılacağım, biraz şık olmam gerekiyor.
- Abartma olur mu?
- Nasıl yani?
- İşinin gerektirdiği gibi giyin de çok fazla dikkat çekme demek istedim.
- Öyle olacağım.
Yıllar geçer, kıyafet artık bir sorun halini alır ve bakınız replikler nasıl değişir…
- Sana daha önce söylemiştim, yarın bir toplantıda olacağım.
- Nerden çıktı, ne toplantısı?
- Söylemiştim ya sana iş adamlarının yer aldığı bir toplantı. Oraya yakışır bir şekilde gitmem lazım.
- Hayır, ille de herkes gibi oranı buranı açmak zorunda değilsin, insanlar sana hayran hayran bakmak zorunda da değil.
- Ne saçmalıyorsun ya iş diyorum.
- Peki o zaman hiç gitmiyorsun.
- Ya ne var ki ne dedim?
- Seni bu şekilde yanımda gezdirmem ben.
- Ama bunlar her zaman giydiğim şeyler.
- Hayır bunu hiç giymemiştin.
- Hep giyerdim, sen bir şey demezdin ki.
- İyi demediysem de artık diyorum giymeyeceksin!

Hadi canım sende, bu kadar da olur mu demeyin. Maalesef ki oluyor. Hepsi ya da bir çoğu gerçek yaşamdan alınmış repliklerdir. Bunun için neredeyse kitap yazabilecek kadar pişmiş olduğumu düşünüyorum. Bilmeyenler için bana inanın gerçekler demeyeceğim. Tek yolu; uzun yıllara dayanan bir ilişki yaşayın ve görün. O zaman sizi sizden dinleme sırası bana gelecek. Bol aşklı günler…

8 Nisan 2009 Çarşamba

Özdemir Asaf'tan Alıntılar

İki tür nokta var;
Biri önüne ve ardına bakar,
Biri ardına bakmaz,
Ardını noktalar.

* * *

Vurdun, acısı daha geçmedi,
Biliyorum geçecek.
Ama öyle ağır konuştun ki ardından
O, gittikçe gerçek!

* * *

Duyguluysan işin zor,
Yaşamda yeniksindir.
Duyguluya sor,
Ona aşkları da acı verir.

* * *

Siyah beyaz tuşlarında piyanomun,
Seni çalıyorum şimdi.
Çaldıkça çoğalıyorsun.
Odada sen arttıkça ben kayboluyorum!

* * *

Bir şey yitirilmiş
Hiç eskimeyecektir,
Onarmak zordur.
İnsanin içine düşen korku
Özgürlüğünden olmuştur,
Onarmak zordur!

7 Nisan 2009 Salı

Ne Acı!

Kendimi ifade etmenin hiç bir yolu yok gibi. Kötü bir hafta sonunun ardından, ben de umudumu yitirmiştim. Bir söz insanın bütün dünyasını yıkamaz sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yıktı. Dağıttı, dağıldım. Şuana kadar bir çok davranış ve söze karşılık; '' yıkılmadım, ayaktayım'' görüşüyle yaklaşan ben, yıkıldım, dağıldım, bittim.

Tüm geceyi sokaklarda aklına sahip çıkamayan çaresiz bir kız gibi geçirdim, yürüdüm, ağladım, oturdum ve o sondu, kalkamadım. Doğrulamadım yeniden ayağa. Sen gitmesen de umut gitmiş, gücüm bitmişti artık. Hiç bir şey umrumda değildi, her an yanımda istediğim insanı bile görmek istemiyordum. Çünkü daha çok acı duymak istemiyordum. Çünkü yüzüne her baktığımda; o söz beynimde yankılansın ve ben kendimi, aklımı yitirecek duruma gelmeyeyim istiyordum.

Her şey o kadar birikmişti ki artık. Kendimi yitirmiş ben kendim için üzülüyordum. Üzerinden zaman geçince her şey geçti sanarsınız, sanarlar. Ama bilmezler ki; acı insanın içine işledi mi kolay kolay çıkamaz. Hele bir de duydukların boyundan büyükse, acıların yüreğinden taşıyorsa hiç geçmez. Her üstünü örttüğünde taşar; çünkü yürek dolmuştur. Yürek bitmiştir. Kendine faydası olmayan bir insanın başkasına hiç olamaz, bunu da bilirsiniz. Ruhani bir varlığın gölgesinde yaşamak isteyen varsa buyursun gelsin, ama ben o varlıkla daha fazla yaşayamıyorum.


Dip not: En berbat zamanlarda hayat yeniler kendini, ben ise sadece satırlarımdaki renkleri...

31 Mart 2009 Salı

Bahar


Bugün İstanbul bir bahar havası yaşıyor. Ben ise enerjim çekilmiş gibi hissediyorum kendimi, sıcak bacaklarımı gevşetiyor; fakat içime erişemiyor. Uyandım, mutluymuşum gibi ama bir şeyler eksikmiş, bir şeyler gerçek değilmiş sanki. Ben yine her şeyi içime atıp içimde yaşıyormuşum. Yine her şey benim omuzlarımdaymış, sadece ben kendimi biraz hafiflemiş gibi hissediyormuşum o kadar. Aslında dün de aynılarını yaşıyor, sadece susuyormuşum…

Güneşli bir günü yol boyunca uyuyarak geçirmek bile güne iyi başlamaya engel oluyordu biliyorum, ama yine de gözlerimin kapanmasına mani olmuyordum işte! Bahçede biraz yürüdükten sonra, oturduğum bankta çay içerken bile yetmeyen şeylerden bahsediyordum, tatminsizlik mi, yoksa gerçekten yorgunluk muydu bilemiyorum. Ama bir şeyler ısınamıyor, bir şeyler kapanmıyor, hep o şeyler benimle sürüyordu. Ne baharların faydası vardı, ne de yazların olacaktı biliyorum. Bana kendim için ben lazımdım sadece, günler - geceler, mevsimler değil yalnızca ben olmalıydım.

Nisan 1… Umutlarıma umut olacak mıydı, yoksa umutsuzluğuma mutsuzluk mu getirecekti? Aynı çizgide ters yönde yürümek eskisi kadar ürkütmüyordu beni, sadece yürüyemezsem, yürürken çizginin bir ucu açıksa ve ben düşersem diye korkuyorum. Şimdi belki bencillik diyeceksiniz, ama bencillik değil eksiliş beni kaybetmesin istiyorum o kadar… Bir gün daha dayanmalı, sabrıma hakim olmalı, duygularıma gölge düşürmemeli.

Belki renkli elbiselerim süsler baharı, belki siyahlardan vazgeçmez yine kışı yaşarım her zamanki gibi kim bilir

26 Mart 2009 Perşembe

Masalım Hayal Oluyor!

Hayallerinin hayallerimden uzaklaştığını düşündüğün bugünde ben de kendimden uzaklaşıyordum. Fiziksel güçsüzlükler yormuyordu beni ama ruhum çekiliyordu sanki. Her gün bir öncekinden biraz daha güçsüz, biraz daha umutsuz başlıyordum güne. Biraz daha beklentisiz, biraz daha hırpalanmış oluyordum.

Bir masal bir hayale ancak bu kadar yakın olabilirdi. Hayaller tükendiyse onunla, o masal bitmişti aslında... Yeni bir masal başlardı biliyorum, ama içinde ben olmadıktan sonra, ruhum o noktadan uzaklaşamadığı sürece başlamasının ne anlamı vardı ki? Şimdi yok olup gidiyordu herşey, görüyorum ama koşamıyorum arkasından. Hayallerim, ümitlerim, tüm dünyam da gidecek olsa koşamıyordum, çünkü ben artık yürüyemiyordum bile...

Hep söyler ama kabul edemezdim. Bütün mesele; hayata aynı pencereden bakamamaktı. Hayaller benziyor ama aynı değildi. Aynı anda aynı noktaya kenetleniyorduk, ama yetmiyordu. Aynı şeyleri seviyor, aynı yerler bize anlamlı geliyordu, ama bu da yetmiyordu. Aynı yolları yürümeyi seviyor, aynı hayatı sürmek istiyorduk, ama yetmiyordu. Bazen öyle bir an geliyor ki; bana beyaz gelen, ona siyah görünüyordu. Benim doğrum onun yanlışı oluyordu, hayallerimiz yalnız benim hayallerim oluyordu. Kini sevgisinin önüne geçiyor, verdiği yaraları görmüyordu. Ben yoruluyor, ben eksiliyor, ben tükeniyordum, görmüyordun...

Her gün bildiğim ama hiç bir gün kabullenemediğim masalın sonunu şimdi yine görüyorum. Tek fark; bugün kendime itiraf edebiliyorum.

'' Bir şatoya sahip olmak için farkında olmadan bir kulübeyi kaybediyordum...''

20 Mart 2009 Cuma

İç Ses

Yanlış zaman...
Yanlış insan!

Ya adam yanlıştır, ya da zaman, işte bütün mesele bu.

- Akvaryumunda sana başarılar, biraz yemsiz biraz keyifsiz kal!

İnsanın başka seçeneği kalmadığında kendine bile kabul ettiremediği gerçeklerle yüzleşir, üzgünüm ama geç kalmış o zaman bu zaman...

16 Mart 2009 Pazartesi

Film Sahnesi

Biterken herşey yeniden başlıyormuş görememişim. Nefes alamazken, boğazıma düğümlenirken yutkunamamış, anlık da olsa konuşamamışım. Nefret ediyorum bu duygudan, çok nadir de olsa başıma geliyor ve herşey film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor, sözlerim boğazıma düğümleniyor, dışarıya çıkamıyor. Yine yaşadım bunu. Acıyı iliklerime kadar hissettiğim o anda herşey rüya olsun istedim. Herşeyim avuçlarımdan kayıp gidiyor sandım, tutmaya çalıştım, tutamadım. Sevgim canımı yakıyor, sevdiğim yürek burkuyordu. Gözyaşlarım sel olup akıyordu, '' beni unutma ve seni hiç unutur muyum '' dilekleriyle son buluyordu gece, silinen gözyaşları eşliğinde... Sözleri beni görmezden geliyor, gözleri ben diyordu. Bütün cesaretim o son bakışına, o en sevdiğim gözlerineydi.

Tanıdık gelen filmin sahnelerini yaşıyor gibiydik. Bu son o filmde kalmalı sevgilim, biz de o filmin sadece seyircisi olmalıyız. Filmin sonunda birbirine sımsıkı sarılan iki deli aşık olarak kalmalıyız. Ben o sonu yaşamak istemiyorum. Ben sen yokken senin evinde, senin odanda yıllar sonra bile kokunun hiç değişmediğini, seni özlediğimi, ikimize mutlu sonlu bir hikaye yazdığımı söylemek, ben bunları yaşamak istemiyorum. Ben yitip giden hayatlar ardından bakakalmak da istemiyorum. Ben yıllar sonra da unutamayacağım bir sevdiğim değil, onu yaşadığım bir hayatım olsun istiyorum. Bir Masal'ımız olsun istiyorum. Çok şey değil sadece ömrüm onunla geçsin istiyorum...

Umudun tükendiği yerde yeni bir umut başlarmış... Başladı da. Ama sonunu bilmediğim bir başlangıç. Ya bu acılı hikaye gerçek olacak, ya da Masal(ımız) bizi bekleyecek...

9 Mart 2009 Pazartesi

Karşı Pencere

Aynı şeyleri hissederken, bilirken olacakları ya da olamayacak olanları yine aynı şeyleri yaşamak bizimkisi...

Şimdi üzgünüm, anlattığın bize de olacak biliyorum, olacaksa neyi bekliyoruz? Olacaksa neden hissettiklerimizi yaşamaya devam ediyor, vazgeçmiyorduk vazgeçmemiz gerekenlerden? Farklı dünyalar vardı aynı sandığımız, ama aynı olanlar da vardı görmek istemediğimiz...

Suçlu kimdi, biz nerde yanlış yapıyorduk bilmiyorum. Ama biz hayata aynı pencereden bakmayı beceremiyorduk. Aslında tüm yanlışlar; benim orada, o pencerede, senin yanında, senin hayatında olamayaşımdandı. Çünkü ben hep senin karşında, hayatının uzağında, karşı pencerendeydim...

Şimdi perdelerim açık, bir siluet olarak da olsa karşı pencerendeyim. Uzaktan seni seyrediyorum, sen görmesen de, bilmesen de, seni yaşıyorum o pencerede. Zaman geçecek, akşam olacak, ama ben yine kapatmayacağım perdeleri, camlar da açık kalacak. Senin umudunla, belki perdeler kapanmadan yanımda olursun diye açık bırakacağım hepsini. Sadece gözlerimi yumacağım, gelişine seyirci kalmamak için...

4 Mart 2009 Çarşamba

Sil Baştan

Sözlerde başlayan yürekte de başladıysa sonunu görüyor gibiyim. Yine de susuyorum işte. Acı biliyorum; ama ben bu filmi daha önce de seyretmiştim. Seviyorum; ama eskisi kadar ürkmüyorum. O değil de yüreğim acıyor; ben zor da olsa kabullenirim de, ona kim anlatacak?

3 Mart 2009 Salı

Acı

Antipatikleşen sevgilinin bitmeyen sevdası her geçen günde biraz daha yürek burkuyordu.
İçini saran korkuyla, itilmişliğin, dışlanmanın, suçlanmanın verdiği acı dayanılmaz kılıyordu varlığını.
Bir sabah uyandığında '' gelme '' sözünü yine duyacaksa neden yaşıyor ve yaşatıyordu bu sevdayı?

24 Şubat 2009 Salı

Sonbahar

Ve sonbahar… Her taraf sapsarıydı gözlerimi açtığımda, hiç yeşili kalmamıştı ağaçların, yaprakları da yoktu şimdi dalların. Hiçbir sarı bu kadar gözümü yormamıştı, ya da ben hiçbir sarı arasında bu kadar yeşili aramamıştım. Tren tüm hızıyla giderken beynimin daha çok yorulduğunu hissediyordum. Nereye gittiğimi dahi bilmediğim bir aracın içersinde yola devam ediyordum sadece. Her yola bu kadar kolay devam edebilseydim keşke… Gitsin gidebildiği yere kadar, elbet onun da gidemeyeceği, tıkanacağı yerler olacak diyordum. Belki raylarından çıkacak, ordan oraya savuracaktı insanları. Ki zaten her daim savrulup durmuyor muyduk? Gitti, gitti, gitti… Artık geri dönme vakti gelmişti. Benim vaktimdi bu, yoksa trenin zaman sınırlaması yoktu. Geceler ürkütmüyordu onu, ya da yalnızlık parçalamıyordu vagonları. Hepsi birbirine kenetlenmişti çünkü. O bile benden daha kalabalıktı biliyorum. Hadi artık kalk, silkelen ve geri dön diyordu içimdeki ses. Oysa ben geri dönmek ne için gerekiyordu onu bile bilmiyordum.

Sorumluluklar, sorumsuzluklar, görmezden gelinenler, itilmeler, dışlanmalar, hayata karşı sadece seyirci olmak, bazen onu bile becerememek, gözyaşlarım ya da ağlayamayışlarım o kadar çok yormuştu ki beni. Acılar yaşanmalı insanca, bunu bilip bunu savundum hep. Ama hiçbir acı sonsuza kadar sürmez ve hayat yalnız geçemezdi. Anladığım anlar, dinlediğim anlar, düşündüğüm, özlediğim, istediğim, konuştuğum ya da sustuğum, gittiğim ya da geldiğim her an beni biraz daha uzaklaştırıyordu. Oysa uzaklaşmak değil, orda öylece durmaktı istediğim. Biliyorum bu sonbahar bir gün geçecek. Ama şimdi yalnız kalırsam, yalnız bırakırsam, kırılınca kırmayı seçersem bahar gelmeyecekti. Oysa tüm çabam bir başka baharaydı. Tüm çabam yaprakların yeniden yeşillenmesineydi. Ya da hayır hayır gözlerinin yeşilineydi. Ben de çekersem elimi eteğimi, sadece burada durmayı tercih edersem, varlığın içinde yok etmiş olmaz mıydım onu?

Sana seslenişlerimin birkaç satırı: Keşke bugün ve sen düşlerim gibi olsaydınız. Hayalini kurduğum o evde bir de sen, ya da yalnızca sen olsaydın ve ben koşup sana sarılsaydım. Belki o zaman bu kadar hazin gelmezdi rüyamdaki sonbahar, bu kadar yürek burkmazdı onca sarı yaprak arasında yeşili arayışım. Bütün amacım yeniden yeşileydi, gözlerinin yeşilineydi. Şimdi sabah ve ben gece yarısına kadar, bal kabağına geri dönüş saatine kadar bir yerlerde seni bekliyor olacağım ( gelirsin diye )…

Henüz yeni çıkmıştım evden yürüyordum, bu sefer sarı bir şey arıyordu gözlerim, bulamıyordu. Kendimce bir şeyler düşünüyor ve o düşündüğüme inanıyordum. Oysa ne kadar da saçmaydı bu. İş yerim ve işte bahçesi, orası da bomboş, sarı yapraklardan başka hiçbir şey sarı değil bu bahçede de…. Ne bekliyordum ki… Bugün bu kadarla yetinmek gelmiyor içimden, ama ötesi olmazsa da susup oturmaktan başka ne gelir ki elimden. Yine de bekliyorum, gece on ikiyi vurmadan bir şeyler görmek, yaşamak ümidiyle bekliyorum, umudum yok ama var gibi göstermeye çalışıyorum… Hüzün ağır basıyordu bugün içimde, dönüp kendime baktım yine simsiyahtım. Birinin sözleriyle fark ettim ben de ne kadar siyah olduğumu, bugün neden bu renk giyindiğimi soruyordu bana. Oysa ben hiçbir zaman farklı renk giymezdim ki. Çünkü hiçbir zaman siyahtan öteye gidememişti düşlerim benim.

O gelecek miydi, bu soru bana sorulmuştu. Gelmeyecekti biliyordum, ama belki söylerlerse ve gelirse ne kadar mutlu olurum diye geçirdim içimden. Ama siz söylerseniz gelirdi belki… Evet bekleyeceğim, evde, işte ve yine evde, bal kabağına dönüşmeden gelmesini bekleyeceğim.

Çarkın bir kez daha döndüğü bugünde yeni bir yılın coşkusunu içimde taşıyamamak belki de bu çöküntümün sebebi. Olmayan pembe düşler her yılda biraz daha yok oluyordu içimde, git gide karanlık hakim oluyordu düşlerime. Korkuyorum, yarın – di’li geçmiş zamanların hayatımı kaplamasından ve kendi hayatıma da seyirci olma düşüncesinden korkuyorum. Oysa fallar, burçlar bu yılı, özellikle bu ayı güzel geçecek diye yorumlamamışlar mıydı? Ama benim hayatım hiç kimseye, hiçbir şeye benzemiyordu, o yüzden de bütün bunlar benim için geçerli değildi, şimdi anlıyorum. Belki de ilk kez önemsemiyorum bugünü. Gece erkenden uyuyuşlarım da bu yüzdendi belki. Hiçbir sesin beni uyandıramadığı derinlik de bu yüzdendi belki. Gece başlayan susmak bilmeyen telefonların da eskisi gibi yüzümü güldüremediği de bu yüzdendi belki...

Güllerim solalı çok olmuştu, papatyalarım da en küçük parçalarına ayrılmıştı. Yenileri kaplamazdı vazomu ya da masamı biliyorum… Ama ben yine de beklerdim, hatta sormuştum bile. Ama her şey gibi bu da boşaydı biliyorum.

Aslında hepsi iç seslerimdi benim, beklediklerim, istediklerimdi, umutsuz da olsam geçmişti birer birer içimden.

Daha geceye çok var, aslında çok da değil ama daha var. Kim bilir belki saat çok geç olmadan o zil de çalar ve ben de kapıyı açan olurum.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Lost Control

Bir şeyler yapmak istiyorum, kendi adıma bir şeyler… Beni karmaşadan, gürültüden, dağınıklıktan, düşüncelerden uzaklaştıracak, bunu yaparken beni yeniden var edecek bir şeyler yapmak... Bir sanal diyaloga takılmadan, ne yapıyorsa yapsın diyebilmek; aklıma estiği anda istediğim yerde olmak; bulunduğum yerde yaşamam gerekenleri yaşamak; belki saçmalamak, belki gülümsemek, belki delicesine içmek; belki sırf içimden geldi diye birine koşup sarılmak; bakışlarda anlam aramamak, ya da bulduğun anlamı kaybetmemek için bakmak, bakmak, bakmak; galiba bir şey var demek, ardından şuana kadar ne oldu ki şimdi olsun diyebilmek, sonra koşmak insanlara aldırmadan koşmak, hem de alkolün etkisinden, ya da vücuduma işlemiş nikotinden değil, sadece kendimi rahatlatmak, istediğim anda istediğim şeyi yapabilmek için koşmak… Sonra nefes almak adına bir deniz kenarına oturmak, o kokuyu içime çekmek, sonra birkaç sayfasını okuyup, kapattığım kitabımın okunmuş sayfaları artsın diye yine kitabımı açmak, sıkıldığım anda yeniden kapatmak… O sırada çalan şarkının birkaç sözüyle irkilmek, kitabımı yere düşürmek:

‘’ Yes, I am falling... How much longer till I hit the ground?
I can't tell you why I'm breaking down.
Do you wonder why I prefer to be alone?
Have I really lost control? ’’

İçerisinde kendimden bir şeyler bulmak, ya da orda her şeyi bulmak istiyorum; ve tekrar tekrar: ‘’have I really lost control?’’ Ne kadar da ürkütücü bir sözdü şimdi beynimi yoran, ya da ben çok yorgundum. Kaybedilen bir hakimiyetti şimdi bahsettiğim, kendimi bulduğum bir satırdı sayfalara döktüğüm…

Bir bilinmezlik şehri canlanıyor zihnimde, uçsuz bucaksız demek geliyor içimden, ama bir ucu olmalı, bir yerde son bulmalı her şey gibi… Çok şey görüyorum orda, gördüğüm anda yeniden kaybediyorum. O zaman gördüklerimin ne anlamı var? Baksanıza ben artık gördüklerimi bile kaybeder olmuşum, bana ait olanlar kaybolsa ne olur diyecek gibi oluyorum, ardından yine susuyorum, niye sustuğumu dahi bilmeden… Ben bunu yaptıkça biliyorum bir gün her şey tamamen kaybolacak… Bugün, yarın ve az kaldı geliyor o gün!