29 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Başı...

* Bütün sinir sistemi bozuk ve uykusuz bir şekilde bir haftaya başlamak ne derece kötü tahmin ediyor olmalısınız. Şuanda bunu fazlasıyla yaşıyorum. Zaten gecenin bir yarısı uyumuşken, sabahın erken saatinde uyanmaya mecbur tutulmak ne berbat bir duygu... Neyse ki ayaklanmaya kalktığım an bütün sesler kesilmişti. Ben nelerle uğraşıyorum, insanlar neyin derdinde! Kim bilebilir ki benim içimde neler yaşadığımı, kim bilebilir ki bu zorlu yolda ne mücadeleler verdiğimi, kim bilebilir ki ne derece yorgun olduğumu... İnsanlar yalnızca aptalca konuşup dursunlar... Hiç kimseyi ne çekecek, ne de dinleyecek durumda değilim! Ama susmayacağım artık, içimde sakladıklarımı ne pahasına olursa olsun haykıracağım bende! Ve bir süre konuşmayacağım, kararlıyım!

** Ay ay ay benim küçük meleğim sözlenmiş mi:) O bu satırları okumuyor ama ben yine de paylaşacağım... Cuma akşamıydı... Ciddi bir hazırlık sonrası misafirler gelmişti. Neyse kahveler, kanepeler, börekler, kurabiyeler ve daha sayamadığım bir sürü şey, he tabi bir de o mükemmel pasta... Aşçılıktan makyözlüğe terfi eden ben, en son da foto muhabirliği görevini üstlenmiştim. Hala çektiğim o mükemmel kareler elime geçmediği için burada paylaşamıyorum. Ama en kısa zamanda birini paylaşabilmeyi diliyorum:) Tabi gelin hanım ve damat beyden izin almam gerekebilir... Çok keyifli olan gece, takılan yüzükler ve kesilen pastayla daha bir renklenmişti sanki... Eee damat beye götürdüğüm tuzlu kahveyi de unutmamak lazım. Hesabını soracakmış... He o biraz zor tabi:) Sonra damat beyi kenara çekip, kızımızı alması için bana da katlanması gerektiğini ve geleceğim konusunda kolları sıvaması gerektiğini söyledim. Malum yaş 35 hikayesini onunla da paylaştım:) Benim gibi bir deliyle uğraşamayacağını anlayınca hemen razı oldu tabiki. Bir de bize unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşattı kendisi. Her ne kadar isteklerime yer veremiyor da olsa keyifliydi. İkisine de şimdiden ömür boyu mutluluklar diliyorum ve Allah tamamına erdirsin diyorum... Gözlerinizdeki parıltı hiç solmasın.

*** Ben mi, ben mi ne olacağım? İşte bunu şuan için ben bile bilmiyorum ki burada paylaşayım... Değerlendirilmesi gereken onca şey varken mutsuzluğun içinde kaybolup gideceğim sanırım, bundan korkuyorum ama elden gelen bir şey de yok:(

26 Mart 2010 Cuma

Annemin Rüyası ve Freud


Sabah gözlerini açan annem, bana baktıktan sonra bir iki cümleyi ard arda söylemişti... Yani neden ki? Bilinçaltı olsa bile annem rüyasında neden böyle bir şey gördü ki...!

" Psikoanalizin kurucusu Sigmund Freud rüyaları bilinçaltına giden bir kral yolu olarak tanımlar. Ona göre toplumsal baskıyla bilinçaltına ittiğimiz tüm duygu ve düşünceler uyku sırasında ortaya çıkar. "

Annem için de öyle olmuş olsa gerek...

Bugüne pek iyi başlamadım, hala pek toparlandım sayılamaz... Ama bu gece güzel bir gece olacak. Sevgili kardeşimin yuvadan uçması yolundaki ilk gece bugün yaşanacak. İçimde öyle garip hisler taşıyorum ki! O gidiyor, bu gidişe nasıl alışırım bilmiyorum. Sanki her şey başkalaşacak gibi... Bir kaç duyguyu bir arada yaşıyorum...

" Sanki onu yitirecek gibiyim, görüşemesek de, konuşamasak da her zaman o orada öylece durmalı ve 35'e kadar beni beklemeliydi sanırım ( anladın sen :) ) "

" Bu kadar kısa sürede baş koyulan kocaman bir yol ve elini taşın altına koyan bir insan duruyor karşımda! Ve ister istemez insan bir irkiliyor, bir silkeleniyor! Ben ne yapıyorum .... diyor! Ya o insanlar, onlar bu kadar kısa sürede hayatın neresindeler diyiveriyor insan! Dön bir kendine bak, bir aynanın karşısına geç be küçük kız... Neler neler değişmiş hayatında. Gözaltında çukurluklar oluşmuş, alnındaki kırışıklıklar kendini göstermeye başlamış, oysa sen daha gençliğinin en başında değil misin? Öylesin elbet, öyley(din) elbet!

İnsan hem kendini, hem de bir çocuğu aynı anda büyütemiyormuş, bunu öğrendim ve ben büyütemiyorum. Çocukça şeylerle uğraşmak zor geliyor artık bana! Artık ciddi adımlar ve uzun yollar görmek istiyorum karşımda! Ve kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum, endişeliyim ve hayatımın sonrasını görmeliyim... Karanlık bir yolda tek başıma olmaya tahammülüm yok artık! "

Bir yanım öyle eksik ki... En çok da ben eksiliyorum. Bugünlerde Sevgili A.'a yine çok fazla hak veriyorum. Ne de haklıymış meğer... Ve ben o zamanlar anlayamamışım. Gerekçe değil, bahane buluyor sanmıştım. Bunun için çok üzgünüm, sana haksızlık etmişim. Evet insan eksildiği için gidermiş, ben artık tam olmak istiyorum diyerek veda edebilirmiş. Her gün biraz daha eksiliyorsa, mutlu olamıyorsa, korkuyorsa, kendini yalnız hissediyorsa gitmeliymiş... Ve sen inan bana en doğrusunu yapmışsın. Kimsenin yapamadığını sen gururla karşıma geçip yüzüme söyleyerek yapmışsın!

Son olarak; elimi uzattığım her şey batıyor sanki, adım attığım her yol karanlık bir çıkmaz sokak gibi... Ben gidiyorum, bilmiyorsun...



22 Mart 2010 Pazartesi

Bu da ne ki şimdi...

İnsan her gün işten eve dönerken aynı kaldırım taşına basar mı? Ben basıyorum...

O kırık kaldırım taşıyla her gün irkilir mi? Ben irkiliyorum...

Her gün yarın basmayacağım derken yine istemeden de olsa yine o kırık taşa basar mı?

Demek ki yapabiliyormuş...

Belki bu da bir işaret...

Dağlar Gibi Dik Dur, Sular Gibi Ak!


Stres ve Maneviyat Üzerine Düşünceler...
Yeni bir kitap okumaya başladığım bugünlerde üzerimde bıraktığı etkiyi de paylaşmadan edemedim.

'Stres çağındayız. Alametleri her yerde, bakışlarda ve konuşmalarda... Üstesinden gelmek için elimizden gelen gayreti göstermemize rağmen stres fırtınası dinecek gibi görünmüyor…'

Bu kitabı okumam şöyle oldu aslında... Kendi kütüphanemde duran bir kitabı babamın farketmesiyle oldu. Bir şey alırken babamın gözüne kitabımın ismi çarpmış; Dr. Brian Luke Seaward'ın bir kitabı: " Dağlar Gibi Dik Dur, Sular Gibi Ak " ... Ve ismini çok beğenen babam kitabı alarak okumaya koyulmuş. Çok kısa zamanda bitirdikten sonra benimle yorumlarını paylaştı. Sen okudun dimi bu kitabı diye başladı sözlerine... Hayır dedim.. Ben de sen tavsiye üzerine okudun diye düşünmüştüm dedi. Hani sen biraz fazla streslisin ya, yani sanki tam seni anlatıyor gibi değişik cümleler kurmaya başladı:)
Babamın ardından okumaya başladım ve içinde kendi bulduğum o kadar çok satır var ki... Ufak bir kaç alıntıyı da paylaşmadan edemeyeceğim...

" Dün geçmiş, yarın gelecektir, fakat bugün bir armağandır. İşte bu yüzden biz ona şimdi diyoruz... "

" Her sıkıntının avucunda bir armağan vardır. Sıkıntı ararız, çünkü armağan isteriz. "

" Sizi kızdıran, sizi fethetmiş demektir "
Elizabeth Kenny

Huzur Duası diye bilinen bir duayla son vereceğim satırlarıma, kitabım bittikten sonra da bütün görüşlerimi buraya aktaracağım...

" Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için gerekli huzuru, gücümün yettiklerini değiştirme cesareti ve bunları birbirinden ayıracak aklı bağışla! "

12 Mart 2010 Cuma

Biliyordum...

Bu performans beni çok yordu, biliyordum...

Derince çektiğim ah gerçek oldu, biliyordum...

Aşk darbelere maruz kaldı, biliyordum...

Prensesin düşleri yıkıldı, biliyordum...

Büyü bozuldu, saray yıkılmak üzere....

BİLİYORDUM....

Bütün bunları senin de bildiğini,

BİLİYORDUM....

Gitme...

"Gitme desem canım
Kalır mısın benimle
Gitme desem canım
Sever misin benimle"

Ümit Sayın'ın sözlerini yazdığı bu şarkıyı en çok Tarkan yorumuyla biliyor olmalısınız. Benim de hatırımda kalan daha çok bu yorum... Ama bir de Emel'in yorumu var ki... Nasıl da insanın ruhuna hitap ediyor... Ki zaten Tarkan Emel'den sonra seslendirmişti... Sabah sabah bütün bunlar nerden çıktı ben de bilmiyorum:)

Bugün yine bir felaketi beraberinde getirecek biliyorum, bir kaç saat sonra bunu yaşayacağım. Ama bu durumda ne yapmam gerekir, bunu bilsem yapıyor olurdum... Olması gereken herkesin üzerine düşeni yapıyor olması, ama yine bu yapılmayacak, biliyorum. Üzgünüm ama elimden bir şey gelmiyor...

Bir iç çekiyorum şuanda, derin bir nefes alarak...

1 Mart 2010 Pazartesi

İkilem...

Nasıl bir ikilem bu...

Birini yapsam, diğeriyle her şey kötüleşecek. Ki zaten birini yapmamak gibi bir lüksüm yok, mecburiyetten benden isteneni o şekilde yapmak zorundayım...

Birinden birini seçmek zorunda olsam; hiç düşünmem, yani kalbim düşünmez... Ama mantığım da tek bir an bile düşünmez... İkisi de yapacağını yapar ve bu ikilem daha da artar. Her şey daha da zorlaşır...

Şuanda bildiğim tek şey; gerçekten sıkıştım, hem de çok fena sıkıştım...

Kısa Hayatlar...

Hayat öyle kısa ki...

Yapmam gerekenleri gözden geçirdiğim bugünlerde kafam daha bir karışık...

Kış biterken, birden kış geldi sanki yüreğime...

Hayatımda ilk defa yaşadığım duygu bu; kendimi olduğu gibi, kendimi kendim gibi ifade edememek... Öyle canımı yakıyor ki...

" Ben senin gördüğün, tanıdığın o kız oldum mu acaba hiç? "

Böyle bir şey düşünüyor olmak bile çok acıydı biliyorum, ama hayat bazı şeyleri mecbur kılıyordu. Çünkü o kadar kısaydı.

Yitirdiklerimin fazlalığı artık daha bir üzüyordu beni...

Zaten keyifsizdim, birden varolanı da yok oldu... Bu hayatta nerde yanlış yapıyordum, bu bitmeyen bedel neyin bedeliydi?

.....